Öfkenin kaynağı operasyondaki başarısızlık!

 


    Türkiye bir kere daha başörtüsü – türban tartışmasının göbeğinde.

    Hani "Her kafadan bir ses çıkıyor" denir ya, aynen o manzara.

    Göz gözü görmüyor.

    Başörtüsü mü türban mı, siyasal simge mi, inanç sembolü mü, annelerimiz mi, üniversite önündeki genç kızlar mı?

    Seç, beğen al...

    Oysa zihinler biraz netleştiğinde görülecektir ki, türban, başörtüsü, eşarp, çarşaf, tülbent, namaz örtüsü... vs. Bu ülkenin kadın nüfusunun büyük çoğunluğu için hepsi aynı kapıya çıkıyor.

    Hepsinde şöyle veya böyle, şu veya bu ölçüde inanç derinliğinin iz düşümü var.

    "Siyasi sembol, laiklik elden gidiyor!" ifadeleri boş korkulardan ibaret.

    Gerçek şu ki, kılık kıyafet üzerinden yürütülmekte olan bir modernleşme projesi var ve bu proje Anadolu kadınının kişiliğinde yürümemiş. İşte problem, bundan doğan öfkenin yansıması olarak ortaya çıkıyor.

    Modernleştirme operasyonunun üzerinden yıllar geçti, devlet zoruyla yasaklar uygulandı, medya bir kınama giyotini gibi çalıştı, ama sonuç değişmedi.

    Anadolu kadını modern imkanları kullanırken de, kişilik planında durduğu noktayı koruyor.

    Açıkça;

    -Ben evde de, sokakta da, eğitim gördükten sonra da  kişilik değerlerime itina etmek istiyorum, diyor.

    -Modern olmak, illa Batılı olmak değildir, mesajı veriyor.

    -Eğitim görmek, başörtüsünü atmayı gerektirmiyor, diyor.

    Buna verilecek bir cevap var mı?

    Hangi gerekçeyi sunabilirsiniz eğitimle başörtüsünü çıkarmak arasında doğru bir ilişki kurmak için?

    -Eğitim göreceksin, öyleyse başörtünü çıkar.

    Bu, kaba bir dayatmadan başka bir anlam taşır mı?

    Şimdi,  Halk Eğitim merkezlerinde evli barklı bayanlar okuma yazma öğreniyor, kurslar görüyor. Çoğunun başları da örtülü. Başörtülü olmak, öğrenmeye engel teşkil etmiyor. Bunu görüyorlar. diploma almaya da engel teşkil etmiyor başörtülü olmak. Bunu, Halk Eğitim merkezi yöneticileri de, bu kursların diploma törenlerine katılan mülki amirler de görüyor.

    Bu durumda soralım bakalım:

    -Bu bayanlara eğitim için başörtünüzü çıkarın demek makul mü?

    Peki aynı soruyu neden bu bayanların kız çocuklarına soruyoruz.

    Ya da soru sormadan, "Eğitim istiyorsanız başörtünüzü çıkarmak zorundasınız" dayatmasında bulunuyoruz?

    Bunu da anlatamazsınız Anadolu'daki annelere...

    Onun için Türkiye'de yapılan kamuoyu araştırmalarında halkın yüzde 75'i başörtüsü yasağını anlamsız buluyor.

    halktan kopuk, tepeden inme projelerin devri çoktan geçti. Halkın duygularını hiçe sayan yaklaşımlar, demokrasi devrinde dışlanıyor.

    Türkiye'de siyaset yapmak için, devleti halkla sağlıklı iletişim kurarak yönetmek için, Anadolu gerçeğini doğru görmek lazım.

    Ankara'da, metropollerde türban – başörtüsü – siyasi simge demagojileri yapmak sonunda varıp halk iradesine tosluyor. Yürümüyor.

    Benim rahmetli annem, aşağı yukarı bütün akranları gibi çarşaf giyerdi. Çarşaf başı da vücudu da örtmekteydi.

    Onun kız çocukları, ablalarım kız kardeşlerim, çarşaf da giydiler, manto da, pardesü de... Başlarını evde bizim oralarda "şeş" de denen beyaz tülbentle örttüler. Bazen evde, mahremiyet söz konusu değilse, yarım örtü niteliğinde olan "keçik" yaptılar. Sonra onların çocukları geldi. Benim yeğenlerim. Daha çok okudular. Okumalarını anneleri istedi. Onlar üstlerine pardesü giydiler, başlarına eşarp aldılar. Zevklerine göre bağladılar. Evet, annelerinden de anne annelerinden de farklıydılar. Ama ne anneleri, ne de anne anneleri onları yadırgamadı. Tercihlerine itiraz da etmedi. "Gençtirler, diledikleri gibi giyinsinler" dedi. Hoş, tabii olarak yaşanan islami bir iklim vardı evlerde. Ayrıca "Kızım başını da ört" denilmiştir. Giyim tarzı anneden, nineden farklı ama, ruh olarak aynı kalmıştır. Bu işin hiçbir safhasında da siyaset yoktur. 

    Yıl 2008, Türkiye gerçeği budur ve bu gerçek, bir çevrenin öfkelerini harekete geçirmektedir.

    Kurgu belki şöyleydi:

    Nineleri, anneleri değiştirmek mümkün değil.

    Ama çocuklar bizim!

    "Biz" kimdi?

    Ninelerden annelerden farklı bir biz mi vardı?

    Çocukları alıp ne yapacaktık?

    Nineler, anneler çocuklarını verecekler miydi?

    Bu denendi.

    Çocuklar alınıp, başka bir kimlik enjekte edilecekti.

    Tüm eğitim projesi buna göre düzenlenmişti.

    Birkaç on yıl içinde her şey değişecekti.

    Devlet de bu operasyonun yürütücüsü olacaktı.

    Ama olmadı. Yani tam olmadı. Bir kesim dönüştürüldü, bir kesim, kendini korudu.

    Dönüştürme iradesi hala, bir kesimin damarlarında deveran ediyor.

    Bir başka kesim ise, "1950'den beri ülkede demokrasi var, halkın iradesi belirleyici olmalı" diyerek, yukardan aşağı jakoben dayatmalara itiraz ediyor.

    -Kılığımı kıyafetimi bana bırak, diyor.

    -Devletin kılık kıyafet dayatma hakkı yoktur, diyor.

    -Devletin işi halka hizmettir, diyor.

    Yani Türkiye, çok partili hayata geçildikten yarım asır sonra bile demokrasiyi tartışıyor, insan haklarını tartışıyor. 

    Bence halkın dediği olacaktır. Hiçbir beşeri gücün, yukardan aşağı kılık kıyafet tanziminde başarılı olması mümkün değildir.

    Doğru ve sağlıklı olan, dayatmacı zihniyetin artık dünya gerçeğini anlaması ve içine sindirmesidir.