İnsan ve kainat araştırmalarındaki bilimsel metotlar, objektiflik (nesnellik) ve subjektiflik (öznellik) problematiği ile bağlantılıdır.
Eğer insan maddî bir varlıksa, o zaman maddi bir çerçevede dışarıdan gözlemlenmesi de mümkün olur. Ama eğer insan, bir taraftan kaynağı tabiat alemi (maddi alem) olan maddî unsurlardan, diğer taraftan da maddi olmayan unsurlardan oluşan kompleks bir varlıksa, o zaman dışarıdan ve nesnel bir çerçevede yapılacak gözlemler yetersiz olur.
Objektif (nesnel) kelimesi, Latince bir fiil olan ve muhalefet/itiraz etmek veya öne atmak anlamlarına gelen “objectary” kelimesinden türemiştir. Objectary kelimesi ise “atılmak” anlamına gelen “jacere” ve “zıddı” anlamına gelen “ob” kelimelerinden türemiştir.
Objekt (nesnel): Dış dünyada mevcut olup, duyularla hissedilen, denenebilen, dışsal bir çerçevesi olan, insanın iradesi ve şuurundan bağımsız olarak mevcut olan şeydir.
Diğer taraftan subjektif (öznel) kelimesi ise object ile aynı kökten gelen “subject” kelimesinden türemiştir. Ancak “object”teki (zıddı anlamına gelen) “ob” eki yerine, “altında” veya “beraber” anlamına gelen “sub” eki almıştır.
Öznel (şahsi, kişisel, enfüsî), özneye (öze, şahsa, kişiye) nispet edilir. Yani bir şeyin özü, onun cevheri, kimliği ve kişiliğidir. Onunla şuur ve düşünce ifade edilir. Akıl veya insan fail, düşünen ve özgür bir iradeye sahip olandır. Dış dünya, insan aklının söyledikleriyle idrak edilir.
Nesnellik, herhangi bir kişisel duygu ve çıkar karıştırmaksızın, eşyaları olduğu gibi idrak etmeyi ifade ediyor. Yani varılan hükümler, akıl temelinde gerçeklere bakmaya dayanıyor.
Bir diğer ifade ile nesnellik, bilgi mevzularının dışsal maddi bir varlığı olduğuna ve zihnin (idrak edenden bağımsız bir şekilde) mevcut olan bu hakikati tam olarak idrak etmeye güç yetireceğine iman etmek anlamına geliyor.
Diğer taraftan öznellik ise, bireyselliği ifade ediyor; yani tek bir şahsa özgü olmayı. Eğer bir kişinin düşüncesi öznel olmakla nitelendiriliyorsa, bunun anlamı, o kişinin ulaştığı hükümlerin kendi duygularına ve zevklerine dayandığıdır. Bir anlam genişlemesi olarak, öznel lafzı, kaynağı vakıa (gerçek, reel) olan değil, düşünce olan şeyler içinde kullanılıyor.
Metafizikte öznellik, her varlığı zâta (şahsa) iade etmek ve sadece fikre önem vermek olarak kabul edilir. Nesnellik ise, bütün varlığı, zâtı aşan, tek ve kaynak nesneye iade etmektir.
Bilgi teorisinde öznellik, hakikat ile vehim arasındaki ayrımın, nesnellik temeline dayanmadığı anlamına geliyor; aksine bu ayrımlar kişisel değerlendirmelerden ibaret olup, ortada mutlak bir hakikat yoktur. Nesnellik ise böyle bir ayrımı imkan dahilinde görür.
Ahlâk ilminde öznellik, iyi ve kötü kriterinin, sadece ve sadece kişisel değerlendirmelere dayandığını söyler; çünkü aşkın bir kriter yoktur. Nesnellik ise aşkın bir kritere ulaşmanın mümkün olduğunu söyler.
Estetik (güzellik) ilminde öznellik, estetik hükümlerinin bir zevk meselesi olduğunu söyler. Nesnellik ise güzeli ve çirkini birbirinden ayıracak genel kurallara ulaşmaya çalışır.
Nesnellik ve öznellik problematiği, tabiat olgusu ile insan olgusunu birbirinden ayırma ile de bağlantılıdır. Batı felsefesindeki her iki olguyu birleştiren maddî tasavvurlar haddi aşmıştır.
Wilhelm Dilthey (1833-1911) gibi filozoflar, tabiat olgusu ile insan olgusu arasında öze ilişkin bir fark olduğuna dikkat çekmeye çalışmışlardır. Dilthey, insanın bilgisinin, dış dünyayı mülahaza etmesinden kaynaklandığını ve nesnel bilgilerin değiştirilmesinin imkansız olduğunu vurgulamıştır. Çünkü o gayesi olan bir varlıktır; yani onun davranışlarını insanî-batınî sâikler belirler (değer – vicdan – günah duygusu – semboller – çocukluk anıları – akıl konusunda derin düşünmek). Dolayısı ile her iki olgudaki araştırmalar için farklı metotlar vardır.
Wilhelm Dilthey, ilâhiyat ilmindeki “Hermeneutik” terimini, felsefeye ve insanî ilimlere nakletmiştir. “Tefsir etmek” ve “açıklamak” anlamındaki Yunanca “Hermeneuin” kelimesinden gelen Hermeneutik ile, dinî nassların, harfiyen ve doğrudan anlamlarından uzaklaşarak, hayalî ve sembolik bir şekilde yorumlanması kastedilir. Bu şekilde kutsal metinlerin arkasındaki gerçek ve gizli manalar keşfedilmeye çalışılır.
Dilthey bu terimi, insanî müesseseler ve insanın davranışları konusundaki araştırmalarla ilgili özel metotlara işaret etmek için kullanmıştır. Çünkü insanın davranışları, insanî-batınî saikler tarafından belirlendiği için tabiat bilimlerindeki metotlarla bunların açıklanması zordur.
Buradan hareketle, Dilthey “tefsir etmek” ile “şerh etmeyi” birbirinden ayırır. Tefsir etmek, olguyu anlamadaki içtihada (gayrete) ve o olguyu içerden anlama veya onunla anlaşma yoluyla onu belli bir ölçüde anlaşılır kılmaya işaret ederken, şerh etmek ile olguyu, mutlak ve sağlam bir sebepsellik ağının ve tabiat kanunlarının içine sokup, sebep ve sonuç arasındaki nesnel ilişkiyi keşfetmek kastedilir.
İnsan olgusunu ve tabiat olgusunu araştırma metotları problemi, araştırmaların, varsayımlar ile olan ilişkisine de yansır; yani varsayım, araştırmanın beklenen sonuçlarına nispetle araştırmacının kehanetlerine yansır.
Varsayımlar, insan olgusunun basitleştirilmesi ve nihâi tek doğru anlamın varlığına inanma istikametine yönelmiştir. Eğer araştırmacı nesnellik ve tarafsızlıkla donanır; bilginin, birbiriyle bağlantılı halkalar silsilesi olduğuna inanır; ve tabiat olgusundaki sağlamlık derecesinde, insan olgusunda da sebepsellik mefhumunun üstünlüğüne ikna olursa, söz konusu nihâi tek doğru anlama yaklaşır.
Nesnel düşüncenin boyutları, idrak, vakıa ve insan aklı gibi bir çok felsefî meselede açıklığa kavuşmuştur.
1- İnsan Aklı:
İnsan aklının, tam bir tarafsızlıkla vakıaları gözlemlemeye ve kaydetmeye uygun beyaz bir sayfa gibi olduğu kabul edilir. Akıl konusunda, eşyalarda olduğu gibi genel maddî kanunlar geçerlidir. Dolayısıyla akıl, dıştaki nesnel dünya ile, yani duyu organları ile algılanan dünya ile ilişkiye girmede tam bir yeterliliğe sahiptir. Ancak insanın iç dünyası ile ilişkiye girdiğinde bu yeterlilik azalıyor.
2- Vakıa (Gerçeklik, Realite):
Nesnel gerçekliğe, sağlam hakikatlerden ve sınırlı vakıalardan oluşan basit bir vakıa olarak bakılır. Ortada hem insanî olgular, hem de beşerî olgular için, aynı seviyede geçerli olan tek bir tabii kanun vardır. Dolayısı ile hakikatler, duyularla algılanan her şeyi ifade eden akliyat ve algılamadır. Yani aklî olan ve algısal olan tek bir şeydir ve bu nesnel gerçekliğin parçaları, “tabii bağlantı / genel maddiyat” kanunları çerçevesinde kendiliğinden irtibatlanır.
3- İdrak (Akıl Erdirme):
İdrak eylemi, aklın beyaz sayfası ile basit ham gerçeklik (uyarmak ve cevap vermek) arasındaki basit bir bağlantı kurma eylemidir. Ve bu, tabii / maddî kanunlara mahkum bir eylemdir. Vakıa ile insan aklındaki algısal veriler arasındaki bağlantıya, kendiliğinden gerçekleşen bir eylem olarak bakılır. Çünkü gerçekte eşyalar birbiri ile açık bir sebepsellik ilişkisiyle bağlantılıdır ve idrak eylemi zamandan, mekandan veya idrak edenin olgu karşısındaki konumundan etkilenmez.
4- Maddî Nesnelliğin Sonuçlarından Bazıları:
Nesnellik (maddilik), bütün ikincil yönleri, özellikle de insanın ve tabiatın ikincil yönlerini iptal eder (geçersiz kılar). Nesnellik, sebepsellik dairesinde hareket eder ve idrak etmenin merkezi, insan aklından, bizzat eşyanın kendisine intikal eder. Dolayısıyla karakteristiği (kendine özgülüğü) ve bu kapsamda insanın karakteristiğini kabul etmez. İnsan ve tabiat arasındaki genel ve müşterek olan şeyler üzerinde yoğunlaşır.
Buna ek olarak nesnellik, insanın amaçsallığını ve hedefini, araştırılması ve kıyaslanması mümkün olmayan şeyler olarak değerlendirdiğinden, onları kabul etmez. Buna karşılık nicelikteki dakikliğe büyük önem verir ve bilgiyi, malumatların birikmesinin bir neticesi kabul eder.
5- Maddî Nesnellik ve Birikme Modeli:
Nesnellik görüşünde saklı olan model, ilimlerde ortak olan herkesin, (kendilerine nesnel şartlar sağlandığı takdirde) hep aynı metotla düşüneceklerini ve hep aynı soruları soracaklarını varsayar. Bu yüzden (malumatların) birikmesi işlemi, “genel kanun” modeline götürecektir. Nesnellik modeli, aklın, sahip olduğu bilgi birikimi ışığında ve tabii kanunlarla uyumu çerçevesinde, insanı, insanın maddî ve toplumsal bünyesini yeniden şekillendirmeye güç yetirebileceği görüşündedir.
Nesnellik (kainatı ilahlaştırıp, zâtı/özneli inkar etmesi) ile öznellik (kainatı inkar edip zâtı ilahlaştırması) arasında keskin bir kutuplaşmanın varlığı mülahaza ediliyor. Dolayısı ile zât ile nesne arasındaki ilişki zayıflıyor ve hatta kayboluyor. Ancak öznellik ile nesnellik arasında benzerlik de bulunuyor. Her ikisi de bir şeyin içinde saklanmış olarak yer alma (hulûliyye-kumûniyye) çerçevesinde hareket ediyor. Buna göre, kainatın kendi içinde, bir merkezin var olduğu (özne – nesne) kabul edilir. Dolayısı ile her ikisi de tekçi olup, mesafeyi ve (bunu) aşma imkanını geçersiz kılar.
Gerçekte bazı araştırmacılar, hakikatlerin tercih edilmesi esasının, o hakikatlerin bizzat kendilerinden daha önemli olduğunu vurguluyorlar. Çünkü malumatlar nicelik yönünden ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bu çokluğun o malumatların doğruluğu ile bir ilgisi yoktur. Doğru veya yalan, nesnel hakikatlerin içinde saklı değildir; aksine onları elde etme metodunda ve onları tercih etmek veya etmemek yönündeki özel kararda saklıdır.
Bazıları nesnel düşüncenin dayanağı olan varsayımların, aydınlanma çağındaki maddî akılcılıktan doğduğunu kabul ederler. Bu varsayımların, ya tamamen hatalı oldukları, ya da son derece basit oldukları sabit olmuştur. Bu yüzden onların açıklama (tefsir etme) güçleri de zayıftır. Bunun ise birçok sebebi vardır:
a) Vakıa’nın (Gerçekliğin) Kompleksliği ve Olguların Karakteristiği (Kendine Özgülüğü):
Maddî vakıa, basit ve katı değildir; aksine kompleks olup boşluklarla (gediklerle) doludur. Ayrıca duyularla algılanan verileri, sağlam ve açık olan bir sebepsellik bağı ile irtibatlı değildir. Çünkü onda müphem (belirsiz) unsurlar vardır. Aynı şekilde onda, bazılarının gerçekleşebileceği, bazıların ise gerçekleşmeyeceği çok sayıda ihtimaller ve imkanlar vardır.
Onun için mutlak, katı ve basit kanunlarla vakıa’nın anlaşılması mümkün değildir. O ancak varsayımlar, ihtimalli kanunlar ve sebepsellik bağlantısıyla anlaşılabilir. Bu yüzden bilim adamları bilimsel deneyimin önemini kavramışlardır. Bütün ihtimalleri verecek deneyimlerin tamamını gerçekleştirmek ise mümkün değildir.
b) İdrak’in Karakteristiği ve Kompleksliği:
İdrak eylemi, son derece kompleks bir mesele kabul edilir. Maddî uyarıcı ile algısal ve akılsal cevap arasında yaratıcı ve tanzim edici bir akıl vardır. Öğrenen de (bilgiyi alan da) bu akıldır. Diğer taraftan insanın gözlemlenmesi işlemi de son derece kompleks bir şeydir. İnsanî hakikatler ancak, failin, onun iç dünyasının ve sahiplendiği değerlerin incelenmesiyle anlaşılır.
c) Sözün Karakteristiği ve İfsah’ın (İstenileni Tam Olarak Açıklamanın) Kompleksliği
İdrak edenin, idrak ettiği vakıa’yı açıklamak (ifsah etmek) için kullandığı dil, bazı tabii olguları niteleme de son derece güçlü ve dakik olabilir. Ancak sıra daha kompleks olgulara geldiğinde, genellikle kompleks bir dil kullanırız; bu bazen mecazlı veya sembolik olduğu gibi, bazen lafzî olmayabilir de. Bu dil kişiden kişiye değişir.
Bütün bu söylenilenlerden sonra, kâmil anlamdaki nesnellik düşüncesinin ve yine idrak eden şahsın, idrak edilen nesneden tam olarak kopuk olduğu düşüncesinin, sadece vehimlerden ibaret olduğu açıklığa kavuşmuş oluyor. Allah en iyisini bilendir.
Tercüme: Halil Kendir