Obama, içeride ve dışarıda yankısı süren Türkiye gezisinde birçok mesaj verdi. Ruhban Okulu'ndan Kürt meselesine, Ermeni meselesinden PKK'ya, ikili ilişkilerden AB sürecine birçok konuya değindi.
Seçim kampanyasında 'soykırımı' tanıma sözü veren Obama'nın, bu kelimeyi ağzına almadan fikirlerinin değişmediğini söylemesi, güncel açıdan ziyaretin en kritik mesajıydı. Erivan ile Ankara arasındaki yumuşama sürecini sabote etmemek için 24 Nisan'da olumsuz adım atmayacağını ima etmesi, eminim Türk diplomasisine rahat nefes aldırdı.
PKK'ya dair söyledikleri, aslında 5 Kasım 2007'de Erdoğan-Bush zirvesindeki çerçeveden farklı değildi. Bu görüşmede, Bush, Ankara'nın beklentilerini büyük oranda karşılamıştı.
AB sürecine ilişkin söyledikleri de Bush dahil tüm Amerikan yönetimlerinin rutin politikasının devamıydı. Obama, "NATO üyesi olan ve askerlerini Avrupa'nın güvenliği için riske atan Türkler neden AB üyesi olmasın, neden Avrupa'ya kayısı satamasın?" sözleriyle, Prag'daki çağrısını burada da yinelemiş oldu. "Bu Avrupa'nın işi." diyerek buna itiraz eden Sarkozy'ye verdiği zekice cevap, sözünün takipçisi olacağının işaretiydi: "Avrupa, ABD'nin her işini tartışıyor. Biz neden Avrupa'ya fikirlerimizi söylemeyelim?"
Eski Amerikan başkanlarının Türkiye konuşmalarına bakılırsa, hemen hepsinde Atatürk'le ilgili övücü pasajlar görülecektir. Yine bütün Batılı liderlerin, Türkiye'nin Müslüman nüfusa sahip ama laik ve demokratik bir ülke olmasına vurgu yapması da âdettendir.
Meslekte ustamız Cengiz Çandar'ın altını çizdiği, 'Amerika'nın İslam'la savaşmadığı ve savaşmayacağı' türden açıklamaları Bush da defalarca yaptı. Bütün bu mesajları önemli kılan, içeriklerinden çok, söyleyenin kimliği. Bush, o kadar itibar kaybetmişti ve sözleri ile eylemleri arasında o kadar uçurum vardı ki; mesajlarının ciddiye alınması zordu. Halbuki Obama, Amerika'nın kahir ekseriyeti Bush'un yanlış politikalarını alkışlarken Irak Savaşı'na karşı çıkmış biri. Duruşu kadar hayat hikayesi ile de etkileyici bir isim. Hepsinden önemlisi, ucu temsil ettiği ülkeye de dokunsa, ahlaki olma kaygısı taşıyan bir siyasetçi. "İran'ın nükleer silahına karşı çıkarken, biz de nükleer silahları azaltma gayretinde olmalıyız." sözlerini, ortalama bir siyasetçiden duyamazsınız.
Tabii, 2 günlük programa iyi dozda serpiştirilmiş semboller, verilen geziyi önemli kılma açısından mesajların önündeydi. İlk kez bir başkan, göreve başladıktan bu kadar kısa süre sonra Türkiye'ye geliyordu. Gezi, devletin, iktidarın, muhalefetin, azınlıkların ve hemen herkesin gönlünü alacak dengeli jestlerle doluydu. Anıtkabir'deki notlar, Erdoğan'ı makamında ziyaret, muhalefetle görüşme, ezan vurgusu, gençlerle ve dini liderlerle sohbet...
Yanlış anlaşılmasın; Obama'nın açıklamalarının önemsiz olduğunu ispata çalışmıyorum, sadece neyin ne kadar önemli olduğunu kendimce anlamaya çalışıyorum. Bence, Obama'nın ülkemize ilişkin yaptığı en çarpıcı tespit, Meclis konuşmasının sonunda saklıydı.
Oradaki fikirler, sadece Amerikalı liderlerin değil, bütün Batılı siyasetçilerin Türkiye'ye ilişkin konuşmalarında şimdiye dek görülmesi alışık olmayan bir yaklaşımdı. Obama'dan bu ifadeleri duyunca, bayağı heyecanlandım. Kendi fikri miydi, metin yazarına mı aitti henüz bilmiyorum, ama Türk intelijansiyasının bile kavramakta zorlandığı bu anlayışın o metne nasıl girdiğine açıkçası şaşırdım. Çünkü bu, hem Türkiye içinde yıllardır süren hem de dünyada Türkiye üzerine yapılan kimlik tartışmasını bitirme potansiyeline sahipti. Obama, bu tartışmaya atıfta bulunuyor ve sonra da kendi hükmünü veriyordu:
"Bazılarının, Türkiye'nin geleceğinin ne olacağını tartıştığını biliyorum. Onlar ülkenizi kıtaların kesiştiği ve tarihin dalgalarının dokunduğu noktada görüyor. Onlar, burayı değişik medeniyetlerin buluştuğu, farklı milletlerin bir araya geldiği yer olarak görüyor. Onlar, sizin o yöne mi yoksa bu yöne mi çekileceğinizi tartışıyorlar. Fakat onların anlamadığı nokta şu: Türkiye'nin büyüklüğü, sizin her şeyin ortasında yer alma kabiliyetinizden kaynaklanıyor. Burası, Doğu'nun ve Batı'nın ayrıldığı değil, birleştiği yer. Bu, kültürünüzün güzelliğinden, tarihinizin zenginliğinden, demokrasinizin gücünden ve geleceğe dair umutlarınızdan kaynaklanıyor."
Bu sözler, Amerikan Başkanı'nın ağzından Türkiye'nin 'merkez ülke' olduğunun ifadesiydi. Dolayısıyla Avrupa üzerinden Türkiye'ye geldiği için Obama'nın Türkiye'nin Batı'ya ait olduğu mesajını verdiği yorumları eksikti.
Henüz kendisiyle konuşamadım ama herhalde bu sözler son dönemde izlenen dış politikanın felsefi mimarı Ahmet Davutoğlu'nu da heyecanlandırmıştır. Çünkü o, sürekli şu fikri savunuyordu: "Türkiye, köprü değil, merkez ülke olmalı. Bunun için sadece diplomat ve siyasilerde değil, aydınlarda da zihniyet değişikliği lazım."
Kaynak: Zaman