'Soul'un kraliçesi' bir şarkısında, Obama'nın dünyaya yaklaşımını belirleyen düşünceyi telaffuz ediyor: Saygı. Obama göreve geldiğinden beri Irak'tan, Rusya ve Çin'e dek her ülkenin kültürüne saygı duyduklarını dile getirerek, Bush'un küçümseyici dış politikasını değiştirmeye çalışıyorlar.
Barack Obama'nın yemin töreninde muhteşem bir şapkayla arzı endam etti. Şarkı bile söyledi. Fakat
Aretha Franklin'in yeni ABD başkanının dış politikası için böylesine ileri bir kılavuz olacağını kim tahmin ederdi? 'Soul'un kraliçesi' ünlü bir şarkısında, tam da Obama'nın dünyaya yaklaşımının merkezindeki düşünceyi telaffuz ediyor: "S-A-Y-G-I (Respect)."
Başkan sıfatıyla yaptığı ilk dişe dokunur televizyon söyleşisinde Obama, El Arabiya haber kanalına Ortadoğu'ya yaklaşımıyla ilgili, "Kullandığımız dil, saygının dili olmak zorunda" diyor ve ekliyordu: "İran halkı büyük bir halk ve Pers uygarlığı büyük bir uygarlık." Sonrasında Obama ABD'nin Irak'tan çekilme planını ilan ederken, Irak'ın da 'kökleri uygarlığın beşiğine uzanan büyük bir ulus' olduğunu vurguladı.
Bolton AB'yi bile aşağılamıştı
Yeni dışişleri bakanı Hillary Clinton da aynı metni okudu. Çin'de tekrar tekrar Çin halkına duyduğu saygının altını çizdi. Ve Rus muadili Sergey Lavrov'la ilk toplantısını Cenevre'de yapmakla, Rusları nasıl algıladığını göstermiş oldu. Soğuk Savaş'ta süpergüçler arası müzakereler için genellikle Cenevre tercih edilirdi.
Yabancılara saygıyla davranmak, kulağa sağduyuyla nezaketin bir karışımı gibi gelebilir. Fakat bu aslında son sekiz yılın pratiğinden bir tür kopuşu temsil ediyor. Bush yönetimindeki bazı kıdemli isimler yabancılara küçümseyici davranmakla gurur duyuyordu. Bush'un BM daimi temsilcisi John Bolton'un anıları, 'AB üyeciklerine' yönelik aşağılayıcı referanslarla dolu - ki onlara başka zamanlarda Amerika'nın Avrupalı müttefikleri deniyor.
Etkili yeni muhafazakâr editör William Kristol bu kasıntı ruh halini 2003'te, Irak işgaline karşı denizaşırı ülkelerden gelen itirazları reddederken yakalamıştı. Şöyle yazıyordu Kristol: "Aşırı hassasiyetle başka insanların acılarını paylaşan bir ülke olarak görülmektense, saygı duyulmak ve korkulmak gerçekten daha iyidir." İmparator Caligula bu zihniyeti daha açık ifade eder: "Bırakın bizden korktukları kadar nefret etsinler."
Obama ekibi meselelere farklı yaklaşıyor. Aşağılanan ulusların genellikle tehlikeli uluslar olduklarını hesaba katıyor. Mevcut Rus liderliği Sovyetler Birliği'nin çöküşü sırasında yaşadığı aşağılanmayla yanıp tutuşuyor.
Kremlin yönetiminin Rusya'nın itilip kakılamayacağını gösterme arzusu, geçen ağustosta Gürcistan'ı işgal etmesine yol açan saiklerin başında geliyordu.
Ruslar, Amerikalıların kendilerine tepeden baktığı fikrine karşı hâlâ son derece hassaslar. Bilgisayar müteşebbisi Michael Dell, Başbakan Vladimir Putin'e yabancıların onlara nasıl yardım edebileceğini sorduğunda, şu cevabı aldı: "Yardıma ihtiyacımız yok. Biz sakat değiliz."
Tarihsel aşağılanmaları silme arzusu Çin dış politikasını da belirleyen etkenlerden. Yetkililer ve ders kitapları sık sık Çin'in yabancı güçlerin elinde tecrübe edilen ve 19. asrın ortalarındaki afyon
savaşlarıyla başlayan 'aşağılanma asrından' dem vuruyor. Hatta 2001'de Ulusal Halk Kongresi bir 'Ulusal Aşağılanma Günü' ilan edilmesini öngören bir yasa teklif etti. Fakat yazar Orville Schell'in de dikkat çektiği gibi; "Tarihte aşağılanmaya örnek olacak o kadar çok gün önerildi ki, delegeler üzerinde anlaşacakları bir gün bulamadı. Bu yüzden belli bir gün tespit edilemedi. Ancak şu sıralar 18 Eylül günü öne çıkmış durumda, yani Japonya'nın Mançurya işgalinin başladığı gün."
Ortadoğu'ya döndüğümüzde, orada da bir 'saygı meselesi' görebilmek son derece mümkün. İslamcı köktenciler sık sık, Müslüman dünyadaki derin kültürel aşağılanma ve hınç hissiyatına hitap ediyor. Bunlar gururlu, kadim kültürler - kendi başarısızlıklarıyla geri düşen bu kültürler, dünkü çocuk Amerikalılar tarafından itilip kakıldıkları fikrine karşı son derece hassaslar.
Obama yönetiminin saygıya yaptığı vurgu, kulağa formülvari gelme riski taşıyor. Fakat Chicago'daki eski bir cemaat örgütçüsü olarak Obama, zor ve tehlikeli insanların 'saygı'ya genellikle müspet karşılık verdiğini gayet iyi biliyor. Bütün bir ülke dış politikasının kalbinde aşağılanma duygusu yatıyorsa, bu hisleri alevlendirmekten kaçınmak mantıklı.
Fakat saygı bir ilişki için iyi bir başlangıç noktası olsa da, cevabın tamamını oluşturduğu söylenemez. İran, Pers kültürünü ve İran'ın dünyadaki yerini anlamak ve ona saygı duymak yönünde bir çabayı samimiyetle takdir edebilir. Fakat bu onu nükleer programından vazgeçmeye ikna etmeyebilir. Neticede İran'ın nükleer programı (kısmen) İran'ın egemenlik haklarına saygı üzerine bir tartışmanın odağı haline gelmiş durumda. Amerikalı liberaller bile bütün yabancı kültürlere saygı göstermekte zorlanıyor - bilhassa
liberal değerleri çöpe attıklarında.
Taliban ideolojisi ikilem nedeni
Afganistan'daki Taliban ve Pakistan, bu sorunu epey aşırı biçimde ortaya seriyor. Bir yanda Peştun milliyetçiliğinin derin bir gurur hissi ve yabancılara boyun eğmeme kararlılığıyla hareket ettiği açık. Bu anlamda, şu sıralar kullanılan kısaltmayla, 'AfPak' sorunu Aretha Franklin doktrininin uygulanması bakımından mükemmel bir örnek. Lakin şu soru da var: Obama yönetimi şeriat hukukunun en acımasız versiyonunda ısrar eden ve kadınların eğitim görmesini reddeden bir harakete 'saygı' göstermeye gerçekten niyetli mi?
Obama'nın geçen haftaki bir röportajında ima ettiği gibi, uzun vadede Amerikalılar Taliban'la müzakere noktasına gelebilir. Fakat Obama yönetiminin Afganistan'a ilk tepkisi, daha fazla saygı göstermekten ziyade, daha fazla asker göndermek gibi görünüyor. Peki işe yarayacak mı?
Belki de yeni başkan ilham almak için bir kez daha Aretha Franklin'e müracaat etmeli. Sadece bu kez, uygun şarkı şu olacaktır: "Küçük bir Dua Ediyorum
(I Say a Little Prayer)." (9 Mart 2009)
Kaynak: Radikal