Obama ve Ruhani daha sık konuşmalı

ABD-İran ilişkileri, nihayet, bir dönüm noktasında bulunuyor. Yıllardır, yüzlerce ders ve makaleyle, Amerika Birleşik Devletleri’nin rejim değiştirme politikasına bir son vermesi ve İran’a karşı tehditkar ve aşağılayıcı bir dil kullanmaktan kaçınması gerektiği üzerinde durdum. Bunun yerine, karşılıklı saygı ve menfaate dayalı olarak ikili ilişkileri canlandırmak için “büyük bir gündemi” detaylandırma üzerine ehemmiyet verilmelidir. Nükleer dosya hakkında barışçı bir çözüm,  Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) çerçevesi ve İran manevi lideri Ayetullah Ali Hamaney’in nükleer silahlar da dahil tüm kitle imha silahlarının üretilmesi, depolanması ve kullanılmasını yasaklayan dini fetvalarının hayata geçirilmesine dayalı olacaktır.

Devlet başkanları Barack Obama ve Hasan Ruhani, New York’taki BM Genel Kurulu toplantısı sırasında 25 Eylül’de ikili görüşme için bir araya gelme ve fotoğraf çektirme fırsatını kaçırdılar.  Önemli bir sonuç için bahsedilen gerekçeler, programdaki sıkıntılar ve zaman yetersizliğiydi. Ama bunu iki başkan arasında telefon görüşmesi ve İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry arasında doğrudan görüşmenin takip etmesiyle bu engel kısa sürdü. Bu iki olayın, 1979 devriminden bu yana Amerika Birleşik Devletleri’yle İran arasındaki bozuk ilişkiler tarihinde emsali yoktu. Siyasi olgunluk ve her iki başkanın cesareti, bunların 30 seneden fazla süren husumete bir son vermeye olan arzularını gösteriyor.

Her iki tarihi olayın, sadece ABD-İran yakınlaşması için değil Orta Doğu’nun barış ve istikrarı için de önemli sonuçları olabilir. Çeyrek asırdan fazla bir süredir İran ve Batı arasındaki ilişkiler üzerine çalışmış biri olarak, Başkan Obama’nın  24 Eylül’de BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının, 1979 senesinden beri bir ABD devlet başkanı tarafından İran hakkında yapılmış en olumlu konuşma olduğunda şüphe yoktur. İlk kez bir ABD başkanı İran’ı tehdit etmedi, İran’a saldırısı ve 1980-88 savaşında onbinlerce İranlının Saddam Hüseyin tarafından zehirlendiğini kabul etti ve özellikle Soğuk Savaş döneminde Musaddık hükümetinin devrilmesindeki rolü olmak üzere İranlıların belli tarihi gerekçelerle Amerika’ya karşı kökleri derinlere giden güvensizliklerini teyid etti.

İkili ilişkiler konusunda da Obama, kendisini ABD’nin geleneksel rejim değiştirme politikasından açık bir şekilde uzaklaştırarak, İran’la ilişkilerin karşılıklı menfaat ve güven temelinde canlandırılması teklifinde bulundu. Nükleer mesele konusunda da Obama’nın İranlıların barışçı şekilde nükleer enerji elde etme hakkını tanıması ve Hamaney’in nükleer silah geliştirilmesine karşı fetvasını takdir etmesi gibi bazı uzlaşmacı ifadeler vardı. O daha sonra nükleer meseleyi halletmek ve İran’la “hem bölge hem de dünya için iyi olacak” yeni ilişkiler kurmak üzere şahsi olarak Bakan Kerry’yi görevlendirerek cesur bir adım attı.
Ruhani, Washington'un tavrındaki büyük değişikliği maharetle teşhis etti ve “Farklılıklarımızın üstesinden gelecek bir çerçeveye ulaşabiliriz” diyerek
Obama’nın tarihi teklifine sarıldı. Bu, İran’ın Amerika Birleşik Devletleri’yle ikili bağları geliştirmeye hazır olduğuna dair açık bir sinyaldi. Şimdi her iki taraf için önemli konu, diğer tarafın anlaşmaya sahip çıkıp çıkmayacağı ya da bunun karşılıklı olarak başkentlerde engellenip engellenmeyeceğidir. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin 2003’ten 2005’e kadar İngiltere, Fransa ve Almanya ile nükleer görüşmeleri sırasında -o zamanlar İran müzakere heyetine Ruhani başkanlık ediyordu- Tahran, nükleer anlaşmazlığın halli için geniş kapsamlı tekliflerde bulundu. İran, Ek Protokol ve Tamamlayıcı Düzenleme’yi kabul ederek bir NPT üyesi devlet için azami seviyede şeffaflık sergiledi. O ayrıca nükleer programının ebediyen barışçı tabiatta olacağını taahhüt ederek güven inşa edici önlemler üstlenmeye hazır olduğunu gösterdi.
Son karar mercii, manevi lider, şeffaflık ve güven inşa edici önlemler hususunda cumhurbaşkanı ve onun müzakere heyetini destekledi. Maalesef İran ve Avrupalı muhatapları, Amerika Birleşik Devletleri İran’ın NPT kapsamındaki meşru haklarını reddetmeye devam ettiği için nihai bir anlaşmaya varamadılar. Eski İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, Temmuz 2013’te BBC’ye, “Biz saygı çerçevesinde bir yerlere varıyorduk, sonrası karmaşık bir hikaye. Aslında Amerikalılar Hatemi’nin ayaklarının altındaki halıyı çektiler ve Amerikalılar istemedikleri bir şeyi elde ettiler” dedi.

Her iki başkent için atılım yapmak üzere cesur ve pratik eylemlere geçme zamanı gelmiştir. Bunların, başkanların iyi niyetlerinin pratik ve uygun şekilde yerine getirilmesini temin etmeleri gerekiyor. İran dış politikasını yakından bilen biri olarak, İran liderlerinin birleşeceği ve İran’ın “daimi olarak nükleer silahlardan beri bir ülke” olacağı hususunda uluslararası toplumu temin etmek üzere azami seviyede şeffaflık sergileyip güven inşa edici önlemler alabileceğinden eminim. Bununla birlikte, Obama’nın şüpheci Kongre’yi İran’ın NPT kapsamındaki haklarını tanıma, daha fazla yaptırımlardan kaçınma ve nihayetinde, bir anlaşma kapsamında İran’a yaptırımları kaldırmaya ikna edip edemeyeceği soru işareti olarak kalmaya devam ediyor.

Nükleer mesele Kerry ve Zarif'in görevlerinde önceliğe sahip olsa da dışişleri bakanlarının Suriye, Irak, Afganistan ve bölgede görülen aşırılıklar gibi diğer önemli meseleleri de görüşmeleri gerekiyor. Başarının anahtarı, karşılıklı çıkar alanları için pratik tedbirlerle ilerlemek üzere bastırırken tartışmalı alanları da görüşmektir. İran’ın Almanya büyükelçisi olarak görev yaptığım sırada Başbakan Helmut Kohl ve Cumhurbaşkanı Ekber Haşimi Rafsancani, düzenli telefon görüşmeleri yapar, bu görüşmelerin de ikili, bölgesel ve uluslararası meseleler üzerinde olumlu sonuçları olurdu. Şimdi Orta Doğu karışıktır ve bölge çapında mezhepçi ve iç savaşın eşiğindedir. Büyük bir uluslararası oyuncu olarak Amerika Birleşik Devletleri ve büyük bir bölgesel güç olarak İran’ın, Orta Doğu ve ötesine barış, istikrar ve güvenlik getirmek için tarihi sorumlulukları vardır.  

Obama ve Ruhani, çok ihtiyaç duyulan iş birliği için gerekli kapasiteye sahiptir.  Her ikisi de olumlu görüşmeler için uygun ortam oluşturma üzerine yoğunlaşarak sıkı durmalı ve bu konuya odaklanmalıdır. Obama’nın 30 Eylül’deki “Askeri seçenekler de dahil hiçbir seçeneği masanın dışında bırakmıyoruz” ifadesi, Tahran’da hoş karşılanmadı ve Amerika Birleşik Devletleri’nin görüşmelerdeki iyi niyetine dair talihsiz sorular ortaya atılmasına yol açtı. İki başkan, periyodik telefon görüşmeleri yapmalı ve dışişleri bakanlarının ikili, bölgesel ve uluslararası meseleler hakkında istişarelerde bulunmak üzere rutin toplantılar yapmalarını onaylamalıdır. Bunlar aynı zamanda Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan, Japonya, Türkiye, Suudi Arabistan, Irak ve Mısır da dahil, diğer bölgesel ve uluslararası oyuncularla irtibatın gerekli olduğunu da kabul etmelidirler. Bu süreçte bunların, tuzaklardan ve Amerika Birleşik Devletleri, İran ve diğer yerlerde eski düşüncelere saplanıp kalmış -tamamen güvensizlik ve suçlamalarla dolu olan ve halen husumet ve ihtilaf çıkaran- ve bu yüzden nükleer meselenin halli için beliren bu fırsatı kaçıracak olan şüphecilerin yol açacakları olumsuzluklardan kaçınmaları zaruridir.

ABD-İran ilişkilerindeki son gelişmeler, ikili ilişkileri olumlu etkileyecek ama bu ilgi odağının diğer önemli meseleleri gölgede bırakmasına müsaade edilmemesi gerekir. Özellikle İran Dışişleri Bakanlığı ve Ruhani yönetiminin diğer organları tarafından ABD-İran ilişkilerine tahsis edilen mevcut bant genişliği, önemli bölge ülkeleri ve daha geniş uluslararası toplumla yapılacak sürekli irtibatla dengelenmelidir. Bu, İran’ın çok sayıdaki cephede ilerleme sağlamasına katkı yapacaktır. Bunların her biri de ilişkilerin daha da kuvvetlenmesine ve milli, bölgesel ve uluslararası açıdan büyük problemlerin halline katkı yapacaktır. 


Kaynak: Al Monitor
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu