Obama ve Riyad-Kahire hattı

Mısır ile Suudi Arabistan'a haritada bakıp başkentlerini birbirine bağlayacak bir hat çizsek, herhalde Akdeniz-Hint Okyanusu bağı ve dengeleri hakkında yeterince fikir sahibi olabiliriz. Üstelik Somali'den Yunanistan'a kadar uzanabilecek bir coğrafyaya işaret eden bu hattın iki ucundaki iki ülkenin yakın ABD müttefikleri olduğu düşünüldüğünde, stratejik çıkarımlar daha da anlamlı hale gelebilir.

Stratejik çıkarımlara sosyolojik ve siyasal özellikler eklendiğinde ise, Ortadoğu ve hatta Uzakdoğu toplumsal güç dengeleri bakımından Mısır ve Suudi Arabistan hattı çok daha açıklayıcı hale gelir. Suudi Arabistan, Sünni İslam dünyasının bazı bakımlardan siyasal lideri, kesinlikle mali finansörü ve Şii dünyasının dirençli bir rakibi. Güçlü bir orduya, şimdilik ülkede otoritesini keskin biçimde kullanabilen bir yönetime sahip. Mısır ise, İslam dünyasının bir anlamda felsefi ve ideolojik lideri, Arap kimliğinin temsilcisi, İsrail'e bağlı dengelerin ve Kızıldeniz geçişli ticaretin baş oyuncusu. Benzer biçimde, güçlü bir orduya ve şimdilik otoritesini otoriter biçimde koruyabilen bir yönetime sahip.

Her iki ülke de Ortadoğu'nun geleceği açısından önemli, her iki ülkede de yönetimler liberaller ve muhafazakarların ciddi karşı çıkışlarıyla muhatap, her iki ülke de 'bölgesel liderlik' peşinde.

ABD Başkanı Obama'nın ziyaretleri, hangi başkentte ne söylediğinden çok, söz konusu hatta verdiği önemi göstermesi bakımından önemli. Bu ziyaretler, öncelikle ABD'nin aslında toplumsal kesimlerin pek de desteklemedikleri iktidarların yanında olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte bu ülkelerdeki toplumsal riskler dikkate alınmış olacak ki, Obama Müslümanların güvenini sağlayarak kendisinin desteklediği iktidarları ülke halkları da desteklesin istiyor. ABD, Arap ve Müslüman ülkelerin karşısında değil, yanında ise bu ülkeyle ittifak halindeki iktidarların eleştirilmesine gerek kalmayabilir. Bu dostça el uzatma stratejisinin iki önemli ayağı bulunuyor.

Birincisi, İsrail-Filistin sorunu. Her iki ülkede de geniş toplumsal kesimler İsrail politikalarına sadece ABD'nin set çekebileceğine inanıyor ve bir anlamda bunu görmeyi de bekliyor. Obama siyasi risk alarak bu konuda Filistin lehine adım attı, ancak bu adım Hamas'la atılmadı. Öte yandan iki ülke iktidarları İsrail'in stratejik ortağı. Dolayısıyla hem stratejik çıkarların hem de toplumsal beklentilerin gerçekleştirilmesi arayışı söz konusu. Kısacası Obama, kalkınma, zenginleşme hatta modernleşme gibi sonuçları olacak stratejik çıkarların, 'anti-batıcılık' içinden beslenen muhafazakar eğilimlere kurban edilmemesi gereğini hatırlatıyor. Bu haliyle Obama, dinsel ya da ırksal unsurların işbirliği ilişkilerinde bir değişken olmamasını savunmuş oluyor. Bu yaklaşım Ortadoğu'da ne kadar karşılığını bulur bilinmez, ancak Obama'nın bu yaklaşımı sadece Ortadoğu halklarına yönelik değil. 'Doğu' toplumlarına şüpheyle ve ayrımcılıkla yaklaşan tüm batılılara, her halde özellikle de bazı Avrupalılara yönelik. Hatta batılılara daha fazla bile mesaj veriliyor gibi.

İkinci konu ise, enerji sorunsalı. Petrol fiyatları, arz, dengesi, nükleer enerji gibi alternatif enerji yatırımları ve enerji hatları meseleleri doğrudan Suudi Arabistan ve Mısır'ı ilgilendiren konular. Kısacası bu ziyaretler aynı zamanda ekonomik pazarlıkların da yapıldığını gösteriyor. Buradaki mesele, enerjinin güney ayağının Rusya-İran eksenindeki Kuzey ayağını ne ölçüde dengeleyeceğiyle ilgili. Rusya ve nükleer İran birer enerji devi haline geldikçe, güney hattında yeni yatırımlara ihtiyaç duyulacağı açık ve anlaşılan o ki Obama bu yatırımlara talip.

Kaynak: Star