Obama ile Clinton'ın ayrıldığı noktalar

Çoğu Cumhuriyetçiler kanadında olmak üzere, Başkan Barack Obama'nın, kampanyasında verdiği ateşli sözleri, bilhassa gitgide kötüleşmekte olan ekonomik krize dair olanların tutmadığına dair bir sürü söylenti var. 

Ancak en azından dış politika alanındaki en ciddi sözü Ortadoğu'ya dairdi ve bölge konusundaki "değişime" ilişkin verdiği erken sözleri "unutmasının" dışişleri bakanından mı yoksa doğrudan Obama'dan mı kaynaklandığını henüz bilemiyoruz. Hillary Clinton'ın İsrailli ve Arap liderlerle görüştüğü ve yeni biten turdan çıkan öykülere bir bakalım:

Mısır'da Gazze'nin yeniden inşası için yapılan konferansta Hillary Clinton, Arap bakanlara, İran'ın Amerika'nın önerilerine olumlu cevap vermeyeceğine inandığını söyledi. Ancak bunun ardından, İran'ın, bu yıl içinde Amerika'nın liderliğinde Afganistan'a dair düzenlenecek olan bir toplantıya çağrılacağı açıklandı.

İsrail'deki görüşmeler, barışa dair ciddi bir niyet taşımıyordu. Neredeyse her Ortadoğu uzmanının, barış sürecindeki en önemli engellerden olduğuna inandığı Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerine dair kendisine yöneltilen soruyu, ABD'nin konuyu yeni İsrail hükümetiyle görüşeceği şeklinde geçiştirdi. Brüksel'de, yerleşimlerin "yardımcı olmadığı"nı söyledi.

Bunu, Amerika'nın Ortadoğu politikasında sıkça başvurduğu, son çarelere başvurma tavrı izledi: Başka hiçbir şey işe yaramazsa Suriye'yi dene! Neden? Cevap muhtemelen, Himalaya keşfine dair o muhteşem cümlede: "Çünkü orada duruyor."

Öte yandan konunun en önemli kısmına, Filistin "sorunu"na şöyle bir dokunuldu. ABD, Gazze cehenneminde kapana kısılmış insanlar için 300 milyon dolar insanî yardım sözü verdi ama aynı zamanda, maalesef Gazze'nin seçilmiş hükümeti olan Hamas'ın eline geçmesini engellemek için önemli kısıtlamalara gitti.

Özetlemek gerekirse, Obama'nın "yeni" Ortadoğu politikasına göz atınca, "eski" George W. politikasıyla benzerlikleri bir hayli şaşırtıyor. Filistin çıkmazını gerçekçi bir şekilde ele almanın reddi; İsrail aşırı sağının karşısında azıcık bile durmaya dair isteksizlik –o küçücük toprak parçasında rehin kalmış insanlara Gazze geçitlerini açmayı reddetmelerine bile-, İran'a karşı da aynı eski meydan okuyucu tavır. Başkan Obama'nın Arap dünyasına, bazı değişimlerin alâmeti olabilecek işaretler verdiğini de hatırlamalı. Ilımlı Filistin Başkanı Mahmud Abbas'ı bizzat kendisi aradı ve Beyaz Saray'dan ilk televizyon röportajını El Arabiye Televizyonu'na verdi. Ancak dünya genelinde insanların kafalarında kalacak olan, yerkürenin dört bir yanında yankılanmaya şimdiden başlayan Clinton'ın sözleri. Bu sözler insanlara, Ortadoğu konusunda "değişim"in daha başlamadan bittiğini söylüyor. İşler eski haline, 1970'lerden itibaren ABD'nin, bölgenin son derece ihtiyacı olan "adil arabulucu" rolünden vazgeçip tüm gücünü, her ne yaparsa yapsın İsrail'in lehine kullanmaya başladığı duruma döndü.

İran mı? Bahse girerim, o alandaki değişim umudu Hillary'nin sözleriyle suya düştü. Bush'un ilk Afganistan özel temsilcisi olan ve 2001'in sonlarında, bölgede bizimle işbirliği yaptıkları zamanlar, İranlı yetkililerle birlikte çalışmış olan James Dobbins'in Washington Post'a yazdığı gibi: "İran'la diyalogu başlatmanın en kolay –ve tabii ki en hızlı yolu- belki de ... Tahran'la görüşmemekten vazgeçmektir." Haklı. Böyle küçük, içten ve saygıdeğer değişiklikler olmaya başlayınca, dış ilişkilerde hakiki değişimler ortaya çıkar. Kampanyaları esnasında Obama ve Clinton tam da bu konularda ciddi şekilde ayrılıyordu. Başkan, durmadan İran'la görüşmekten bahsederken, bakan ise bu konuda onu top ateşine tutuyordu. Şimdi de aynı konularda ayrı düşmeye devam ediyorlar. Aslında tüm bunlar bir hayli tuhaf. İnsan idarenin gerçekte kimin elinde olduğunu merak etmeden duramıyor. Chicago Tribune, 13 Mart 2009

Kaynak: Zaman