Obama için İsrail'e baskı yapma vakti

Siyonizm ve Arap milliyetçiliği bir asrı aşkın süredir Kutsal Topraklar’da birarada yaşamayı başaramıyor. İki hareket de çöken imparatorluğun arkasında bıraktığı boşluğu doldurmayı denedi ve onları barışçıl biçimde birarada yaşamaya tatlı dille ikna etmeye çalışma işi de ABD’ye kaldı. Bu çabalar da başarısız oldu.

ABD Başkanı Barack Obama bir yıl önce, yeni bir düşünce tarzını, Müslüman dünyaya kucak açmayı ve İsrail-Filistin’e yorulmaksızın odaklanmayı vaat ederek seçildi. Fakat kulağa güzel gelen konuşmalar yerlerini can sıkıcı bir çıkmaza bırakmış durumda. Obama’yla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun kimyasının hiçbir şekilde tutmadığını duydum.

Amerika’ının iç politikaları bu sonu olmayan barış arayışına dair yenilikçi düşünceleri ve hatta açık tartışmayı bile sınırlıyor. Sözkonusu sürecin zorlu kavşakları üzerine epey kafa yormuş olan Aaron David Miller’ın da bir zamanlar gözlemlediği gibi, ABD dönüp dolaşıp dürüst bir arabulucu yerine ‘İsrail’in avukatı’ konumuna geliyor. Amerikalı bir Kongre üyesinin Filistin için sesini çıkarmasının hiçbir getirisi yok.

Batı-İslam köprüsüne de engel
Bu kısıtlamaların pek değiştiği söylenemez ama Obama’nın seçim vaadini yerine getirmesine duyulan ihtiyaç artıyor. Bu ihtilaf ABD’nin güvenliğini kemiriyor, iki devletli çözüm konusunda kalan son umutları da yavaş yavaş aşındırıyor, İsrail’in geleceğini gölgeliyor, Filistinlileri perişan ediyor ve Batı’yla İslam arasında bir köprü kurma yönündeki her türlü çabayı bir çırpıda yok ediveriyor.

Ben şuna inanıyorum: Yahudilerin yüzlerce yıl boyu maruz kaldığı ve Holokost’la doruğa çıkan eziyet, bir Yahudi vatanının, yani İsrail’in kurul-masını ve Amerika’nın gerektiğinde bu ulusun imdadına yetişmesini ahlaki bir zorunluluk haline getirdi.
Fakat Yahudilerin geçmişte gördüğü eziyet bir başka ulusun, yani Filistinlilerin boyun eğdirilmesinin izin belgesi olamaz. Veya ABD’nin İsrail’in yanında duracağına dair onurlu vaadi, politikaları Amerika’nın açıklanmış amaçlarının altını oyduğunda bile Yahudi devletine verilmiş bir açık çek sayılamaz.

20 yıldır değişen hiçbir şey yok
İsrail’in bu tür politikalarından biri, Batı Şeria’daki durmak bilmeyen yerleşimler. Dönemin dışışleri bakanı James Baker 20 yıl önce şunu ilan etmişti: “İlhakı bırakın; yerleşim faaliyetlerini durdurun.” Hızla 20 yıl sonrasına gelip Obama’nın Kahire’de söylediklerini aklınıza getirin: “ABD İsrail’in devam eden yerleşimlerinin meşruiyetini kabul etmiyor.” Aradaki 20 yılda, yerleşimcilerin sayısı neredeyse dört kat arttı; 1990’da 78 bin olan bu sayı, geçen yıl yaklaşık 300 bine çıktı.

Obama’nın o konuşmasından bu yana, Netanyahu bir yandan yerleşim-leri neredeyse tamamen dondurma sözü verirken, diğer yandan da yerleşimlere fidanlar dikip buraların ‘sonsuza dek’ İsrail’in parçası olduğunu ilan ediyor. Müttefikler arasında normal bir ilişkide (ABD’yle İsrail’in de böyle bir ilişkisi olması gerektiğini düşünüyorum), bu tür karşı koyuşların sonuçları olması gerekir. ABD’yle İsrail arasındaki özel ilişkideyse hiçbir sonuç görülmüyor.

ABD’nin amacı iki devletli barış. Fakat ikinci devlet, yani Filistin için fiziksel alan her geçen gün metrekare metrekare ortadan kaybolu- yor. Gazze’nin sardalye balığı konservelerinin ve Batı Şeria’nın parçalı labirentinin, meşru bir devletin acayip bir karikatüründen başka birşey olduğu söylenebilir mi? Amerika kendi kendini yenilgiye uğratan bu siyasetin neredeyse geri dönülmez bir noktaya kadar ilerlemesine göz yumdu.

Gerçekte, ABD bu politikanın finanse edilmesine yardımcı oldu. Hem yerleşimler, hem de kendi başına bir ilhak mekanizması olan güvenlik duvarı (Filistinliler için nefret ettikleri ‘ayrım duvarı’) pahalı. Kongre Araştırma Servisi’nin yakın zamanda yayımladığı bir rapora göre, ABD’nin son 10 yılda İsrail’e yaptığı yardım 28.9 milyar doları buldu; bu toplam, diğer herhangi bir ulusa yapılan yardımı gölgede bırakıyor ve Haiti’nin toplam gayri safi yurtiçi hasılasının dört katına tekabül ediyor. Amerika’nın İsrail’in güvenliğini güvence altına alması mantıklı. Kendisinin stratejik hedeflerinin altını oyan İsrail politikalarını finanse etmesiyse mantıklı değil.

Varoluş tehdidi abartılıyor
Ben şuna da inanıyorum: Filistinli gruplar şiddet, anti-Semitizm kışkırtıcılığı ve yok etme üzerine kurulu tehditler kanalıyla barış sağlanmamasına büyük katkılarda bulundu ve Amerika’nın gereken dengeyi kurmasını zorlaştırdı. Fakat Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi Başbakanı Selam Feyyad’ın son dönemdeki etkileyici çalışmaları, Filistinlilerin sorumlu olduğunu gösterdiğini gibi, İsrail’in de yavaş yavaş ilhaktan daha az rezil bir tepki vermesini gerektiriyor.

Ve şuna da inanıyorum: İsrail’e yönelik ‘varoluş tehdidi’ abartılıyor. İsrail, Arap (veya Arap-Fars) bir Calud’la karşı karşıya bulunan çelimsiz bir Davud falan değil. Ürkütücü bir nükleer caydırıcıyla silahlanmış bulunan İsrail bölgedeki açık ara en güçlü devlet. Amerika’nın bir adım geri atıp İsrail’in güvenliğinden ödün vermeden baskı uygulaması için alan var.

Hamas’la müzakere edilebilir
Ve şuna da inanıyorum: Obama’nın, İsrail’in ‘güvenilir bir muhatap yok’ oyununu oynamak yerine Filistinliler arasındaki bölünmeyi aşması için daha çok çalışması gerekiyor; zira bu bölünmenin aşılması barışın önşartlarından biri. Hamas’ın kuruluş bildirgesi aşağılık bir metin. Fakat dönüm noktası sayılan Oslo Anlaşmaları 1993’te, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kendi kuruluş bildirgesindeki imha çağrısı yapan ifadeleri kaldırmasından üç yıl önce müzakere edilmişti. Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat ve İsrail başbakanı İzhak Rabin Beyaz Saray’ın bahçesinde el sıkışırken, ‘İsrail’i yok edin’ diyen o bildirgeye henüz el sürülmemişti. İşler müzakere sırasında değişir, müzakere yapılmadığında değil. Eğer temas kurulmaya değecek Taliban unsurları varsa, Hamas ve Hizbullah gibi kapsamlı hareketlerde de bu tür unsurlar gerçekten yok mudur?

İki devlet olmayacaksa bir devlet olacak ve kısa süre içinde o devletteki Filistinli Arapların nüfusu Yahudi nüfusunu geçecek. O zaman Siyonist hayale ne olacak? Obama’nın bu tür zorlu sorunları kamuoyunun önünde sormasının ve İsrail’den de toprağı bölüp yönetmek yerine paylaşmak için somut çabalar harcamasını talep etmesinin vakti geldi. (12 Ocak 2010)

Kaynak: Radikal