Obama'nın olgunluğa dayalı dış politikası şimdiden başarı kaydetti. Eskiden başları sıkıştığında Bush'u suçlayan ülkeler, kolay bir düşmandan yoksun kaldıkları için ABD'yle ilişkileri nasıl normalleştireceklerini düşünüyor. İran'dan Küba'ya birçok ülkenin kafası karışmış durumda.
Testosteronu terk ettiğinizde olanlar şaşırtıcı. Saçları diken diken olmuş Dick Cheney'nin ve muhtelif Cumhuriyetçi senatörlerin, Amerika'nın düşmanlarının şu an 'zayıf bir başkan' gördüklerine inandığını biliyorum. Fakat gerçek şu ki, ABD'nin düşmanları Barack Obama'nın sıfır dram diplomasisiyle
silahlarından mahrum kalıyorlar.
Buna olgunluk doktrini diyelim. Ne idealist ne de klasik reel politikaya yaslanıyor, gücünü geleneksel olmayan araçlardan alıyor: Amerikan gücünün sınırlarını kabul etmek, ABD'nin başarısızlıkları konusunda dürüstlük; dikkatle dinlemek; küçük görmekten korkmak; Barack Hüseyin Obama markasının bulduğu geniş yankıyı beceriyle kullanmak; ve jujitsu teması. Olgunluk diplomasisi bazı çarpıcı değişimlere yol açtı bile, yine de sonuçlarını görmek için zamana ihtiyaç var.
Gül memnun
Küba'daki Castro biraderler Obama'nın önerilerinin ne anlama geldiğine dair ağız dalaşı yapıyor. Venezüella'nın Hugo Chavez'i, Yanki başkandan sitayişle söz ediyor. Türkiye bir NATO ihtilafında insafa geldi, Obama'nın Müslümanlara yönelik uzlaşmacı mesajının önemine ikna oldu. Şam'dan Tahran'a, ABD'yle olası yakınlaşma konusunda hararetli tartışmalar yapılıyor. İsrail'de anladığım kadarıyla Başbakan Binyamin Netanyahu partisine iki devletli çözüm fikrini ite kaka kabul ettirmeye hazırlanıyor, zira Obama'yle erken bir sürtüşmenin bedelini biliyor. İlk 105 gün için hiç de fena değil.
Gerçek şu: ABD Obama'dan önceki sekiz yılını, düşmanları için işleri kolaylaştırmakla harcadı. Adeta bir mühimmat tedarik işiydi bu. ABD'nin düşmanlarını hiçbir şey, Guantanamo, Ebu Garib, şer ekseni mutlakçılığı ve çocuksu cezalandırma politikalarından daha çok rahatlamadı. Moskova'dan Caracas'a dek tek yapmanız gereken, Beyaz Saray'ı işaret edip ülke sorunlarını bulandırmaktı. Veziristan ve Ramadi'nin militan yetiştirme okullarında tek yapmanız gereken Müslümanları aşağılayan Amerikalıların görüntülerini seyrettirmekti. Müttefikler arasında bile eski yönetime yardımcı olmayı çok isteyen kimse yoktu. Obama'nın olgunluk doktrininin ABD'den türlü çeşit çıkarları olan ülkeler üzerindeki etkisine dair yaptığı şu tanımı seviyorum:
"Bunun anlamı, en son noktada da olsa, bu ülkelerin işbirliği yapmaya, yapmamaktan büyük ihtimalle daha istekli olması; izlediğimiz belli bir dizi politikaya direniş gösterilmesi ve bu direnişin eski önyargılara veya ideolojik dogmalara dayalı hale gelebilme ihtimali. Bunları ortadan kaldırdığımızdaysa, bir sorunu gerçekten çözebileceğimiz görülüyor."
Geçen ay, Strasbourg'da Obama'yla bir araya gelmesinin ardından Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le görüştüm.
Bush döneminde ABD'nin İslam'la savaşta olduğuna dair bir algı olup olmadığını sorduğumda cevap şu oldu: "Ne yazık ki evet, algı buydu." Gül'e göre Obama'yla tersi bir durum söz konusuydu: "Onun görüşleriyle bizimkiler neredeyse aynı: Diyaloğa değer vermeli, ilişki kurmayı tercih etmeliyiz." Gül'le Obama NATO zirvesinde Anders Fogh Rasmussen'in genel sekreteri seçilmesi konusunda karşı karşıya geldiğinde, Türkiye'nin Rasmussen'in Hz. Muhammed karikatürlerini ifade özgürlüğü temelinde savunmasından kaynaklanan itirazlarını gidermek mümkün olmayacak gibiydi. Arap devletleri de Ankara'nın direnmesini istiyordu.
Fakat Obama'nın Gül'e, Rasmussen'in 'çok dikkatli davranacağı ve İslam dünyasıyla yoğun bir diyalog içinde olacağı' garantisi vermesiyle uzlaşmaya varıldı. Gül şunları söylerken gülümsüyordu: "Obama'nın Avrupa'ya ilk ziyaretinde başarılı olmasını istiyorduk. Başarısızlık meselelerin üzerine gölge düşürecekti." İşte görüyorsunuz: uçlarda işbirliği.
Kolay bir düşmandan yoksun kalan bazı ülkeler, kendilerini nasıl Amerika'nın dostu olacaklarına, en azından ilişkileri nasıl normalleştireceklerine göre yeniden ayarlamaya çalışıyor. Dışarıda bırakılmaktan huzursuzluk duyuyorlar.
Şam'a yaptığı son ziyarette ABD'nin eski İsrail büyükelçisi Martin Indyk Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim'in endişeyle ABD'yle İran arasında 'belli bir yakınlaşma' olup olmadığını sormasına şaşırdığını anlatıyor. Henüz bir yakınlaşma yok, fakat birçok Arap devleti gibi Suriye de Amerika-İran ilişkilerinde iyileşmeden zararlı çıkmaktan kaygı duymaya başladı bile. Tersinden, İran da Obama'nın Ortadoğu barış çabası sonucunda, müttefiki Suriye'yi (ve Hizbullah ve Hamas'la temas kanallarını) kaybedebileceğinden korkuyor. Gerçek şu ki, Suriye'nin ABD'nin çekilmesinin ardından Irak'taki çıkarları İran'dan farklı olacak: Suriye'nin önceliği, Arap nüfuzunda bir Irak.
Kansaslı-Kenyalı kara kedi
Bu tür stratejik kaygılar ve ekonomik zorluklar, İran'daki yoğun ABD tartışmasını izah ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Obama'nın önerilerine nasıl karşılık vereceklerini konuşuyorlar.
Bu arada Fidel Castro Obama'nın 'kesin başarısızlığından' dem vurur ve 'ablukayı' sürdürdüğü için demediğini bırakmazken, kardeşi Raul Küba'nın her şeyi konuşmaya hazır ve istekli olduğunu söylüyor. Paytak Kübalı güvercinlerin arasına Kansaslı-Kenyalı bir kara kedi girdi. Yaşlanan Fidel olgunluk doktrinine muhtemelen direnmeye çalışacaktır. Fakat Amerika'nın düşmanları Washington'la normal ilişkilerin farklı kültürlerin ve politikaların kaybedilmesi ya da Amerikan değerlerinin dayatılması değil, Obama'nın İran'a söz verdiği türden bir 'karşılıklı saygı' manasına geldiğini anlarlarsa bu politika başarılı olacaktır. (4 Mayıs 2009)
Kaynak: Radikal