Obama Avrupa'yı hayal kırıklığına uğrattı

Bir ABD başkanı Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ve Soğuk Savaş'ın zaferle sona ermesinin 20. yıldömünü kutlamalarına niye gelmez? Duvarın yıkılması, ABD ve Avrupa'nın ortak 20. asır tarihinin doruk noktalarından biri değil mi?

Zaten yeterince yorulan Barack Obama Asya turundan hemen önce Atlantik ötesi bir seyahate çıkmak istememiş olabilir. Fakat bu soruların cevabı ne olursa olsun, Obama'nın Almanya'daki törenlere katılmaması, Avrupa'nın ABD başkanının dünyaya bakışında giderek önemsiz bir yer işgal eder hale geldiğine dair korkusunu güçlendirdi.

Bu hafta söz konusu meselede manidar bir dizi gelişmeye sahne oluyor: Obama Berlin'deki dikkat çekici yokluğunun ardından, ABD'nin dikkatini ve umutlarını Çin ve Asya'ya odaklıyor. Hemen hemen aynı anda AB, kendisini tekrar gösterme çabası çerçevesinde ilk kez ortak bir başkan ve dışişleri bakanı seçecek. Bunun Atlantik'in iki yakasındaki elleri daha sıcak biçimde birleştireceğinin garantisi olduğunu söylemek zor. Aksine, dönemin ABD dışişleri bakanı James Baker'ın duvarın yıkılmasından sonra Avrupa'yla ABD arasında yeni, organik ekonomik ve siyasi ilişkiler kurulması yönünde dile getirdiği öneriyle çarpıcı bir tezat söz konusu.

Bugün, Britanya'nın eski Avrupa bakanlarından Dennis MacShane koşulları şöyle tarif ediyor: "Avrupa'da artan endişe şu: 1945'ten beri ilk kez bir ABD başkanı ilişkinin bizim tarafımızda neler olup bittiğine ilgi göstermiyor."

ABD'nin Avrupa'yla işbirliğine bakışındaki 'bize ne yaptığınızı gösterin, size geri döneriz' tavrının bu kaygıyı güçlendirdiği söylenebilir. Bu tavır, ABD Dışişleri'nin politika planlama direktörü Anne-Marie Slaughter tarafından dile getirildi. Bir gazetecinin yeniden örgütlenen, anayasal bir Avrupa'yı nereye koyduğuna dair sorusuna Slaughter, muazzam imkânların bulunduğunu söyleyerek yanıt verdi. "Fakat," diye ekledi, "etkili ortaklar olmamıza imkân tanıyacak biçimde evine çekidüzen vermek, Lizbon sonrası Avrupa'nın işi. Avrupa'nın tercihleri son derece önemli." Buna bir kucaklama demek pek mümkün değil. Bu sözler, Obama'nın ilk yılında 'Avrupa bir yana dünya bir yana' düşüncesi içinde olmadığına dair yorumları güçlendiriyor.

Almanya'da Frankfurter Allgemeine Zeitung, Bush sonrası dönemde ABD'nin Almanya'ya yönelik tavrında atmosfer dışında pek az şeyin değiştiğini yazıyor. Gazete, Obama Amerika'sının Çin'le bir 'G-2 hâkimiyeti oluşturma fikrinden giderek hoşlanır göründüğüne' ve bunun küresel güç paylaşımında Avrupa'ya yer ayırmayacağına dair yazılar yayımlıyor.

Fransa'da ton daha da sert. Eski dışişleri yetkilisi Olivier Debouzy
yabancı hükümetlerin Obama'ya karşı 'donuk' davrandığını, zira ABD başkanının kendi Amerikan rasyonalitesi mefhumunu onlara yansıttığını yazıyor. Debouzy ABD başkanının yabancı liderlere kendisinin ve Amerika'nın üstünlüğünü hissettirdiği değerlendirmesinde de bulunuyor: "Bunu, kendisiyle karşısındakiler arasına belli bir mesafe koyarak ifade ediyor. Söz konusu mesafe Obama'yla ilişkileri karmaşık hale getiriyor."

Tartışma yaratmayı seven ve Fransız siyasetçilere çarpıcı açıklamalar yakıştırmakta uzmanlaşmış haftalık Fransız siyaset dergisi La Canard Enchaine, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'ye şunları 'söyletiyor': "Bush Avrupa'yla Obama'dan daha ilgiliydi. Obama dış politika açısından tam bir hayal kırıklığı. Zorluk yaşadığı tek kişi de ben değilim. Almanya Başbakanı Merkel ve Britanya Başbakanı Gordon Brown'la da durum aynı." Sarkozy'nin rahatsızlığı, Merkel ve Brown gibi, Washington'da resmi olarak ağırlanmamakla ilgili olabilir.

AB'nin beceriksizliği de bir sebep
Fakat Fransızlar Obama'nın İran konusunda hızının kesildiğini de görüyor. Mollaların, uranyumun dışarıda zenginleştirilmesini içeren öneriyi alenen reddettiğini düşünüyorlar. Paris'te hissedilen şey şu: Obama Afganistan ve Nobel Barış Ödülü'nü almasıyla ilgili ülke içi siyasi nedenlerle başarısızlığı kabul etmeyi erteliyor.

Obama Berlin'de ABD'nin Avrupa'daki vazgeçilmez rolünün altını çizme ve Avrupa'nın ABD için hâlâ vazgeçilmez olduğunu gösterme şansını yitirmiş olabilir. Fakat ABD başkanının, Avrupa'nın siyasetini en küçük ortak paydada ortaya koyma huyunun farkında olduğu da söylenebilir. Avrupa ilk konsey başkanını ve yüksek temsilcisini seçerken, eski Britanya başbakanı Tony Blair, eski Almanya dışışleri bakanı Joschka Fischer veya İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt gibi uluslararası çapta anlam taşıyan isimleri muhtemelen es geçip, daha uysal ve daha az inatçı erkek ve kadınları tercih edecek. Eğer Obama gayet anlaşılır biçimde, seçilecek isimleri boş kümeden farksız addedecekse Avrupa'nın Amerika'nın artan kayıtsızlığına yönelik kaygıları gayet gerçekçi görünecektir. (17 Kasım 2009)

Kaynak: Radikal