Obama Avrupa'da kafa karıştırdı

Obama'nın Avrupa gezisinden geriye karmakarışık mesajlar kaldı. ABD Başkanı Türkiye'yi 'laik demokrasi' diye niteledi ama 'Türkiye'de din güçlenirken laiklik vurgusu azalıyor' diyen Kouchner daha doğru bir değerlendirme yapmış olabilir. NATO zirvesi de Türkiye için iyi bir reklam değildi.

ABD Başkanı Barack Obama'nın Atlantik'ten yola çıkıp Doğu'nun kapılarına dayandığı ziyaretinden geriye övgü, direniş ve yanlış yorumlardan müteşekkil karmaşık bir yığın kaldı. Aşağıda o yığına dair bazı analiz ve tespitler bulacaksınız.

Kallavi meseleler (G-20, silahsızlanma, Afganistan): Hiçbir ülkenin 'bana dokunmaz' muamelesi yapacak kadar aptal olmadığı dünya ekonomik kriziyle ilgili olarak katılımcı bir Avrupa ülkesinden bir aktör, solcu bir adam, Amerikan başkanını ehil, uzlaşmacı ve tartışmayı gereksiz ayrıntı yığınından kurtarıp esaslı stratejik noktalara odaklanabilen bir lider olarak niteledi.
Bu hoş bir düşünceydi. Çünkü iş Obama'nın 'dünyayı nükleer kâbusun tehdidinden kurtaracak' stratejik silahsızlanma planı (şu an için bu, İran ve Kuzey Kore konusunda ne yapılması gerektiği anlamına geliyor) gibi meselelere geldiğinde, Avrupa içindeki tenkitçiler ve fırsatçılar bir hafta öncesinden faaliyete başlamıştı.

Afganistan için ortak karar yok
Nükleerden arındırılmış bir geleceği tartışan bir dünyada masada özel bir yeri olduğu iddiası epey bir güç kaybedecek olan Fransa, sızdırılan bir iç yazışmada şunu söylüyordu: Obama'nın konuşması mevcut zeminin ötesine geçmiş, Amerika'nın ertelemelerini gizlemeye çalışmış ve özünde 'Amerika'nın imajını iyileştirmeyi' hedeflemişti.

Bir de Almanya Dışişleri Bakanı ve Sosyal Demokratların başbakan adayı Frank-Walter Steinmeier vardı. Ona göre konuşma kendisine, eylülde Başbakan Angela Merkel'e karşı seçilme şansı açısından hızlı bir yükseliş imkânı sağlıyordu. Hafta sonunda Amerikan nükleer silahlarının Almanya'dan sökülmesi çağrısı yaparken, Obama'nın eteğini umduğundan çok çekiştirdi.

Ah, şu ortak riskler meselesi  - ABD'nin Avrupa'yı nükleer bir tehdide karşı savunma taahhüdünün arkasındaki NATO mefhumu işte bu. Steinmeier kavramdan sıyırma çabasında gibi görünürken, yerel düzelde Merkel'in savunduğu tam da bu. Almanya, ABD'nin nükleer silahlarının depolandığına inanılan ve süreç içinde teorik ortak risk hedefleri olmayı kabul etmiş bir grup NATO ülkesi arasında (diğerleri Hollanda, Belçika, İtalya ve Türkiye).

Gerçek riskin ne olduğuna gelince bu, Obama'nın Strasbourg'daki NATO zirvesinde Afganistan konusunda 'güçlü ve istisnasız destek' bulduğu iddiasıyla bağlantılı. Bu destek Afganistan'daki muharip görevler için daha fazla Avrupa askeri anlamına geliyorsa, bilin ki böyle bir şey olmadı.

Gerçek hâlâ şu ki, talep ister George W. Bush'tan isterse Obama'dan gelsin, bazı Avrupa birlikleri sadece hafif işleri üstleniyor. Gerçekten de tehlikeli güney cephesiyle uğraşmak söz konusu olduğunda Hollandalılar, Danimarkalılar ve Britanyalılar Amerikalıların ve Kanadalıların çok uzağında. Sorun o kadar açık ki, geçen hafta Avrupa-Amerika işbirliğine dair bir sempozyumda bir katılımcı, bilgiç bir ifadeyle, "Askeri ilişkilerin savaşanlarla savaşmayanlar arasındaki farklılık nedeniyle zarar görüp görmediğini" soruyordu.

Obama'nın G-20 zirvesindeki performansıyla ilgili yüksek notlar veren Avrupalı oyuncuysa, Avrupa'nın daha ileri taahhütler vermesi için bastırmak konusundaki isteksizliğine dair daha keskin görüşlere sahipti: "Obama
fazla uyumluydu ve gerçekten hazin olan bazı açıklamalara fazla kulak verdi. Obama kandırıldı. Ve bu rock yıldızı mertebesinde bir adam! Daha fazla, çok daha fazla bastırabilirdi."

Türkiye karşıtlarına fırsat doğdu
Türkiye: ABD Başkanı Türkiye'yi 'güçlü ve laik bir demokrasi' olarak niteledi ve Washington'ın bu stratejik müttefikin AB üyeliğine uzun zamandır verdiği desteği bir kez daha vurguladı. Fakat bir dakika durun. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, AB'ye girerse birliğin ilk Müslüman üyesi unvanını alacak olan Türkiye'nin, esasen 'dinin güçlendiği ve laikliğin daha az vurgulandığı' bir duruma doğru yöneldiğini söylerken, gerçeğe çok daha yakın bir değerlendirme yapmış olabilir.

Obama'nın fiilen kaş yaparken göz çıkardığı mesele, Türklerin NATO genel sekreterliğine (bir Danimarka gazetesinde çıkan Hz. Muhammed karikatürleri konusunda ifade özgürlüğünden geri adım atmayı reddeden Danimarka başbakanı) Anders Fogh Rasmussen'in getirilmesine yönelik itirazlarını çekmesi konusunda bir pazarlığa destek vermesiydi. Anlaşma Türkiye'ye bir dizi NATO görevi armağan etti, buna Müslüman ülkelerle ilişkilerden sorumlu bir görev de dahildi. Bu, Suriye, İrak ve İran'la coğrafi sınırları AB'yi Arap topraklarının ortasına kadar genişletecek olan Türkiye'nin üye olması halinde nasıl hareket edeceğine ilişkin pek de hoş bir reklam değil. Ama, hazirandaki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı çıkanlar için bulunmaz nimet olduğu ortada.

Rusya: Obama Rus muadili Dmitri Medvedev'le Londra'da 'harika bir görüşme' yaptığını söyledi. Fakat Rus lider Obama'ya iki hafta önceki açıklamasının (Rusya'nın '2011'de büyük çaplı bir yeniden silahlanma' hamlesi başlatıp stratejik nükleer kapasiteye odaklanacağı) şaka olduğunu söylemediyse eğer, ortada 'harikalık' bir durum bulmak zordu. Konuştuğum bir Amerikalı'ya göre, Batı Avrupalılar ABD'nin Rusya politikasına sıfırdan başlama tutumunun hoşgörünün dozunu kaçırmasına yol açıp açmadığını merak ediyor olabilir.

Enerjide de politika belirsiz
O kadar tantanası yapılan enerji güvenliği ve Avrupa'nın Rusya doğalgazına bağımlılığını ortadan kaldırma meselesiyse NATO zirvesi bildirgesinin 57. sırasına itilmişti. Ama Obama daha dönüş yolundayken Almanya ve Fransa, ilk başta AB ülkeleriyle Azerbaycan, Kazakistan, Gürcistan ve Türkiye gibi olası bağımsız enerji tedarikçileri ve geçiş ülkelerini bir araya getireceği söylenen mayıstaki Güney Koridoru Zirvesi'ne Rusya'nın da davet edilmesi için kolları sıvadı.

Başkanın sevilme isteğiyle devam edip karmakarışık mesajlarla sona eren bir haftalık ziyareti sonrasında Avrupa'nın sorunu da belki burada yatıyor: Aşırı duygusal hedefler ilan edildi ve Amerika'nın bu hedeflere ulaşabileceğine dair pek az kesinlik var. (14 Nisan 2009)

Kaynak: Radikal