Mektuplaşmanın unutulduğu bir devirdeyiz. Oysa mektuplar en azından yazılı kültürün bir ürünü olarak insanlığın işaret taşları, hafızası olarak hala yerli yerinde duruyor.
Düşünce, sanat, edebiyat , siyaset dünyasının mahrem avlusuna girmektir mektuplara ulaşmak. Edebiyatçıların, düşünürlerin mektupları özel alanda düşüncelerinin, sanat ürünlerinin yaslandığı özel alanı görmeyi, daha yakından tanınmasını sağlar. Özellikle edebiyatçıların mektupları her zaman işaret taşı olarak bir köşede durur.
Uzun süredir sükut makamında edebiyat eylemini sürdüren Nuri Pakdil'in mektuplarının yayınlanması (Nuri Pakdil-Mektuplar,3 cilt, Edebiyat Dergisi Yayınları) bir düşünce ve sanat adamının dünyasını, eylemini, kişiliğini anlamak isteyenlere geniş pencere açıyor.
Edebiyatla eylemi, düşünce ile sanatı birbirinden ayırmayan Nuri Pakdil'in en çok konuşma fırsatı bulduğu ve bunu bir eylem ve sanatsal etkinlik olarak imkâna dönüştürdüğü mektupları.
Her şeyden önce yarım yüzyıllık bir zaman dilimine dağılan mektupların bir araya getirilmesi bir sanatçının, düşünürün ve çevresinin entelektüel macerasını anlamamız açısından bulunmaz bir imkan sunuyor. Siyasetten sanata, düşünceden toplumsal sorunlara, İslam aleminde Ortadoğu'ya, İstanbul'dan Paris'e çok geniş bir coğrafyada ve farklı alanlarda kendi özelinde neler düşündüğünün yalın bir resmi çıkıyor ortaya. Bu resim hem üslup hem içerik olarak Nuri Pakdil'in kendi iç serüvenini izlemeye imkân tanıyor.
Bir düşünce ve sanat adamı olduğu kadar dava adamı da olan Nuri Pakdil'in çevresiyle, dünya ile sanat ve edebiyatla ne türden bir bağı/bağlanması olduğunu, geçirdiği evreleri de izlerken aslında bir dönemin düşünce tarihinin izini sürmüş oluyoruz...
Mektuplarını okuyup bitirince bende şöyle bir kanaat oluştu: Nuri Pakdil sanat edebiyat ortamında nasılsa özelinde de aynı tutarlılığı sürdürmüş. Yazılarında ortaya koyduğu tavrı, dili, resmettiği kendi portresini, özel mektuplarında da daha yalın ama aynı tutarlılıkla, sürdürdüğüne tanık oluyoruz. İşte, gölgesi olmayan bir yazar diyorsunuz.
Nuri Pakdil'in bu uzun süreçte yazdığı mektuplarda bazen birbirini tekrarlayan ayrıntılara sıklıkla rastlanması bunaltıcı gelebilir. Oysa bu tekrarlar, Pakdil'in kendi iç tutarlılığının ve hayatı bölünmez bir bütün olarak algılayarak her ayrıntıda ilkeli bir duruşu büyük tutarlılıkla sürdürebildiğinin tanıkları. Soyut bir sanat ve edebiyat uğraşısından çok ve de bununla beraber, bir edebiyat eylemliliği peşinde olan Pakdil'i muhatapları, iç tutarlılığı ve eylemliliklerindeki tutarlılık kaygısı ile birlikte düşünmelidir.
Edebiyat ve dava, düşünce ve eylemlilik bağlamında bugün kendi başına edebiyatta, düşüncede ve hatta siyasette isim yapmış isimler geçidi sanki mektuplar. Rasim Özdenören, İbrahim Çelik, Mevlüt Ceylan, Fethi Gemuhluoğlu, Akif İnan, İbrahim Demirci, Ali Ulvi Temel, Turan Koç, Nazif Gündoğan gibi imza sahibi isimlere yazdığı mektupların bir binanın taşlarını örer gibi bilinçli bir inşa eylemine dönüştüğünü anlıyorsunuz. Bunun yanında daha onlarca istikbal vaat eden isimle yazışmaları, onları adeta bir bağlanmaya davet edişi...
Mektupların bir araya getirilmesinde Hüseyin Su'nun büyük bir sabır ve titizlikle uzunca bir zaman dilimini kapsayan çabaları olmasa bu üç ciltlik eser ortaya çıkmayacaktı muhtemelen. Üstelik elinde mektubu olduğu halde vermeyenler, ulaşılamayan ve imha edilen mektuplar bir arada düşünüldüğünde mektupların Pakdil'in en önemli eserlerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira mektuplarında sürekli olarak öne çıkardığı Müslüman sorumluluğu çerçevesinde bir medeniyetin yeniden inşasının düşünsel, siyasal, eylemsel boyutlarıyla hayatın tüm alanlarını kuşatan bir bilinç aşılama çabası... Hayatını bu çizgide tutarlılıkla sürdüren bir yazarın aynı tutarlığı edebiyat ortamına titizlikle aşılama çabasıyla karşı karşıyayız.
Bir Müslüman sanatçı olarak hayata karşı tavrı, sorumluluk bilinci, slogana kaçmadan kesin ve net bir hedefe doğru insanları teşvik etmesi romantik bir devrimciden öte bir anlamı hak ediyor. Bu mektuplar her ne kadar kişiye özel yazılmış olsa da Nuri Pakdil'in söylediklerinin, yazdıklarının dışında özel denilecek bir alan, bir boşluk bırakmadığını gösteriyor aynı zamanda.
Edebiyat Dergisi'nin yayınlarına ara verdiği dönemlerde yazma eylemini mektuplarla sürdürmesi, mektupları sadece bir iletişim aracı olmaktan çıkarıyor.
Mektuplar'ı okurken davası olan bir insanla, düşünceyi, sanatı eylemle donatan bir devrimci ile, klas bir duruşla karşılaşıyorsunuz. DEVAMI>>>