Nükleer İran Arapların çıkarına

 

İran’ın nükleer teknolojiye sahip olmasının ve bu teknolojiyi nükleer silah üretme noktasına ilerletmesinin Mısır ve Arap dünyası için tehlike oluşturmadığını düşünüyorum. Nükleer programı nedeniyle İran’la bir savaşın patlak vermesi Arap bölgesinde kimsenin çıkarına değil. Hatta İran’ın Batı’yla, nükleer imkânlarını barışçıl amaçlar için geliştirme hakkını garanti eden bir anlaşmaya varılması Arapların çıkarına. Dahası, İran’ın bu noktaya gelmesi İsrail’in dış tehditlerine karşı bir caydırıcı oluşturacaktır.
ABD Başkanı Barack Obama’yı nükleer sorunun çözümünde diplomatik yolları bırakıp İsrail tehditlerini desteklemeye sevk eden gerginliğin artmasının, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın İsrail’in yok olması yönündeki sözlerinden kaynaklandığını kimse iddia edemez. Obama Beyaz Saray’a geldiği günlerde ortaya koyduğu vaatlerden caydı. Tıpkı Filistin sorununun çözümü ve İsrail yerleşimlerinin dondurulması vaatlerinden vazgeçtiği gibi... Zira ABD’deki iç şartlarda yaşanan değişim ve İran rejiminin devrilmesini destekleyen yeni muhafazakârların yeniden güçlenmesi, Obama’nın İran sorununu diplomatik yolla çözme kararlılığını zayıflattı.

İran’ın anlaşma talepleri makuldü
Son olarak Amerikan Senatosu İç Güvenlik Komitesi Başkanı Senatör Joseph Lieberman son olarak Münih Güvenlik Konferansı’nda iki seçenek önerdi: Ya İran’ın diplomatik çözüme zorlamak için sert yaptırımlar dayatılacaktı, ya da askeri operasyona başvurulacaktı.
İran’ın uranyumun Rusya ve Fransa’da zenginleştirilmesi önerisine onay vermesinin, ardından da yöntemde ve dışarı çıkarılacak uranyum miktarı konusunda ayrı düşmesinin Batı’yı ayağa kaldırdığı açık. İran devrimin 31. yıldönümü kutlamalarında, yüzde 3.5 oranında zenginleştirdiği uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirmeye başladığını açıkladı; uranyumun Rusya ve Fransa’da daha yüksek oranda zenginleştirilmesi için stokundaki 1600 kilonun 1200’ünün tek bir seferde ülke dışına çıkarılmasını reddetti. Bu işlemin daha az miktarlarda ve birkaç seferde gerçekleştirilmesini istedi. Son krizi de bu talep çıkardı. Oysa taraflar arasındaki güven yokluğu ve sürekli tehditler göz önünde bulundurulduğunda bu talep makul görünüyor.
Her halükârda, uranyumun nükleer silah üretmek için yüzde 90 oranının üzerinde zenginleştirilmesi gerekse de, Tahran’ın barışçıl amaçlar için uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirdiğini ilan etmesi Batı’yı rahatsız etti. Batı’yı rahatsız eden şey, İran’ın kendi çıkarlarını savunma hakkını kanıtlamak için kullandığı meydan okumanın dozuydu.
Aslında çözümsüzlüğün artmasının gerçek sebepleri şunlar: Batı’nın kendi şartları üzerinde durması; İran’daki hayatı felç edecek ve rejimin temellerini yıkacak ekonomik yaptırımlarla tehdit etmesi; Amerikan filolarının Körfez sularındaki hareketleri; Körfez ülkelerine Amerikan füzelerinin yerleştirilmesi
eğilimi; İsrail’in askeri operasyon tehditleri.
Bununla birlikte, İran’ın nükleer bombaya sahip olmasının ekonomik veya askeri yaptırımlarla engellenip engellenmemesi meselesi iki grup arasında tartışma konusu olarak duruyor: Bir tarafta ABD ve İsrail’i destekleyen altı Batı ülkesi, diğer tarafta başta Çin, Brezilya ve Türkiye olmak üzere, diyaloğun sürdürülmesini tercih eden ülkeler duruyor. Çin, yaptırım konusunun BM Güvenlik Konseyi’nde oylamaya sunulması durumunda veto hakkını kullanmakta tereddüt etmeyebilir.

Irak tuzağına düşmeyelim
İsrail’in kendi ulusal güvenliklerine dokunan 200 nükleer başlıklı cephaneliğiyle İran’ın bir gün nükleer bomba üretmesi ihtimali arasında sıkıntılı bir tercih yapmak durumunda kalan Arap ülkelerine gelince; bu rejimlerin çoğunluğu iki taraf arasında bir tutum sergiliyor. Mısır’ın ve birçok Arap ülkesinin Irak trajedisinde aldığı tavrı hatırlıyoruz. Bu ülkeler bir yandan askeri güç kullanımına karşı uyarılarda bulunurken, diğer yandan böyle bir durumu bunu temenni ettiler. Hatta bazıları Irak’ın ezilmesine yol açan Amerikan ordularına ve askeri operasyonlara kolaylıklar sundu. Bu acı deneyimin İran’la da tekrarlanabileceğini düşündüren göstergeler söz konusu.
Bazıları, İsrail’in barışın yükümlülüklerinden kurtulmak için İran nükleer bombasına tutunduğunu ifade ediyor. Hindistan’la Pakistan arasındaki nükleer caydırıcılık dengesi, iki ülke arasında bir savaşın engellenmesine yol açtı. İsrail’le İran arasında nükleer güç dengesi de, İsrail’in bölgedeki arbedesine nokta koymanın garantisi. Arap Birliği Genel Sekreteri Emir Musa’nın Arap ülkelerini güvenlik düzenlemeleri üzerinde anlaşmak için İran’la diyaloğa çağırması, Arap ülkelerinin Irak savaşında gözü kapalı düştüğü ve kendilerini parçalayan tuzaktan sakınmanın tek yolu olabilir. (Mısır gazetesi Şuruk, 16 Şubat 2010)

 


Kaynak: Radikal