ABD’nin nükleer silahsızlanma konferansında kaydedilen başarılara dair boş böbürlenmelerine rağmen, dünya hâlâ on binlerce savaş başlığının oluşturduğu tehditle yüz yüze. Hazin bir manzara var karşımızda: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na (NPT) taraf olan ülkelerin büyük kısmı silahsızlanma istiyor olsa da, bütün insanlar hem dünyanın dört bir köşesine depolanmış nükleer silahlardan hem de bu tür gayrıinsani silahları kullanma veya kullanmakla tehdit etme niyetindeki bir zihniyetin varlığından dolayı hâlâ tehlike altında.
Şimdi gelecek ay New York’ta NPT’nin gözden geçirilmesi amacıyla düzenlenecek konferansın arifesindeyiz; bu toplantı, bazı ciddi eksikliklerin üzerine gidilebildiği takdirde, daha güvenli bir dünya yönünde gerçek bir fırsat sunuyor bize.
NPT’den beri 40 yılda 35 bin nükleer başlık
NPT 40 yıl önce, üç temel üzerine inşa edildi: Nükleer silahsızlanma, nükleer enerjinin barışçı kullanımı ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi. Bu temellere ne oldu? Cevap hayal kırıklığı yaratıyor. Bazı nükleer silah sahibi ülkelerin ayrımcı ve seçici yaklaşımı yüzünden bu üç temel arasındaki denge görmezden geliniyor. Güçlü haklıdır düsturuna inananların daimi propagandasının sonucunda, hakikat kurban ediliyor. NPT’nin nükleer silah sahibi olmayan tarafları, anlaşmanın içerdiği adaletsizliği, nükleer enerjinin barışçı amaçlarla olası en geniş şekilde değiş-tokuş edilmesini silahsızlanmayı ve tüm nükleer silahların nihai imhasını sağlayacağı inancıyla uzun yıllardır sineye çekiyor.
Fakat son 40 yılın tecrübesi beklentilerimizin boşa çıktığını gösteriyor. Nükleer silahların yayılmasını durdurmak şöyle dursun, belli hükümetlerin kilit hükümlere riayet etmemesi 35 bin yeni nükleer savaş başlığı üretti, nükleer paylaşım gibi yaşadışı bir kavram doğurdu ve diğer ülkeleri en temel haklarından mahrum bıraktı. Nükleer silah sahibi ülkelerin anlaşmayı kaale almama inadı, ciddi endişe kaynağı. Sözgelimi Britanya’nın Trident programını yenileme ve geliştirme kararı, anlaşmanın 6. maddesinin alenen ihlalidir.
Öte yandan nükleer silah sahibi ülkelerin İsrail’e kayıtsız şartsız desteği uluslararası hukukun ötesinde bir duruma imkân veriyor. İsrail’in gizlice ama dizginsiz nükleer silah geliştirme faaliyeti ve NPT’ye katılmaması, Ortadoğu ve ötesinin güvenliğine ciddi bir tehdit yöneltiyor. ABD ve diğer Batı yönetimlerinin uydurma iddialarına rağmen, ülkemin nükleer programının barışçı niteliği Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) çeşitli raporlarıyla tespit edildi. Bu nedenle BM Güvenlik Konseyi’nin bu konuda yeni adımlar atmasının hiçbir meşruiyeti yok.
İran’ın nükleer meselesinin gayrımeşru biçimde Güvenlik Konseyi’ne havale edilmesinin ve yasadışı kararların alınmasının, barış ve güvenliğe faydası olup olmadığını samimiyetle sormak isterim. NPT, UAEK, hatta bizzat Güvenlik Konseyi gibi uluslararası mekanizmaların güvenilirliğini artırıyor mu? Gelişmekte olan ülkelerin, haklarını bu mekanizmalar üzerinden kullanabileceklerine dair güvenini güçlendiriyor mu? Çok taraflılığa itimadı yükseltiyor mu? Tek taraflılık eğilimlerini zayıflatıyor mu? Bu soruların cevabı ağırlıklı olarak ‘hayır’. Barış isteyen insanların ve hükümetlerin çıkaracağı yegâne olası sonuçsa, haklarını savunmak için çok taraflı kurumlara güvenemeyecekleri.
Atılacak somut adımlar çok açık
NPT dahilindeki ilk dengenin tekrar kurulmasına ve anlaşmanın itibarının kurtarılmasına yardım edebilecek somut adımlar var. İlki, anlaşmanın hükümleri tam ve ayrımcı olmayan bir tarzda uygulanmalı. Herkesin anlaşmaya riayet etmesi, imzalayanlar için inisiyatifler eklenerek ve dışında kalanlara baskı yapılarak sağlanabilir. Nükleer silahlı ülkeler bunlardan resmen vazgeçmeli ve topyekün imha için kesin bir takvim üzerinde uzlaşmalı.
Hükümlerdeki hiçbir şey, tüm tarafların barışçı nükleer enerji doğrultusunda araştırma yapmasını ve bu enerjiyi kullanmasını, sözgelimi nükleer enerji santralleri için yakıt çevrimini ve uranyum zenginleştirmeyi etkilememeli. Tüm taraflar, barışçı nükleer enerji konusunda en geniş şekilde ekipman, materyal ve bilgi alışverişinde bulunma hakkına sahip olmalı. Ve tüm yasadışı yaptırımlar ve kısıtlamalar ortadan kaldırılmalı. (İran Dışişleri Bakanı, 15 Nisan 2010)
Kaynak: Radikal