Nijerya'dan bir hak arama örneği

Nijerya, Batı Afrika'da yaklaşık 150 milyonluk, her yüz kişiden birinin mülteci olduğu bir ülke. Eski İngiliz sömürgesi olan ülkenin çoğunluğu Müslümanlardan oluşuyor, yer altı ve yer üstü doğal kaynakları bakımından da zengin sayılıyor.

1954 yılında anayasa ilan edildi, üç büyük parti kuruldu ve 1959 yılında seçimler yapıldı. Seçimleri Müslümanların çoğunlukta olduğu kuzey bölgenin partisi Nijerya Halkları Kongresi kazandı, 1960'da bağımsızlık ve 1963'de cumhuriyet ilan edildi, 1965 yılındaki seçimlerden sonra ise iç karışıklıklar başladı, Doğudaki Biafra bölgesiyle merkez arasında 20. yüzyılın en kanlı ve korkunç çatışmalarından biri oldu. Sorunlar büyüdü, etnik-dinsel çatışmalara dönüştü.

Çatışmalar darbeyle durduruldu, bu arada bulunan petrol yatakları nedeniyle Nijerya'nın hayatına sadece generaller değil petrol de girdi. Ardı ardına yaşanan darbeler ve iktidardaki generaller ile petrole bağlı siyasal-ekonomik yapı, giderek muhalefet güçlerinin örgütlü davranışlarını teşvik etti. Özellikle 1990'lardan sonra darbeci generallerin iktidarını sarsacak girişimler başladı, olup bitenler dünya kamuoyuna taşınmaya başladı. Dolayısıyla İngiltere ile SSCB rekabeti arasına sıkışmış Nijerya, Sovyetlerin yıkılması sonrasında toplumsal rekabetlerin ve daha fazla sayıdaki dış oyuncunun ilgisine mazhar olan bir ülke haline geldi. Petrol-darbeci iktidar ya da orduya sırtını dayayan iktidar ilişkisi de, bu yıllardan itibaren giderek daha alenileşti ve geçtiğimiz hafta da kanıtlandı.

Çevreci ve aktivist olarak tanımlanan ve Mosop hareketinin lideri olan Ken Saro-Wiwa, 1995 yılında asılmıştı. Asılmadan önce, Shell firmasının ülke güneyinde çevre felaketleri yaptığını ve petrol gelirlerinin de halkla değil darbeci yönetim ve Shell arasında paylaşıldığını ileri sürmüş, sonunda Shell'in güneydeki faaliyetlerinin durdurulmasını sağlamıştı. 1995'de asıldıktan sonra, konu bir çokuluslu firmanın bir ülke siyasetinde neler yapabileceği konusunu yeniden gündeme getirmiş, tartışmalara konu olmuştu. Bu durum, 1973'de Şili'de Allende yönetiminin devletleştirme kararı sonrasında yapılan Pinochet darbesinin ITT firması tarafından finanse edilmesine benzetilmişti. O zamanlar darbe yapmak, finanse etmek, darbeyi teşvik etmek o kadar da insanlık suçu olarak algılanmıyordu her halde ki, Nijerya örneğindeki gibi sonuçlar doğurmamıştı.

1789 tarihli bir yasaya göre, ABD firmaları dünyanın her yerinde ABD'deki kurallara uygun faaliyet göstermek zorundadır. Nijerya'da işin peşini bırakmayan Saro-Wiwa davacıları ABD'de haksız yere asılmaya neden olması nedeniyle Shell aleyhinde dava açtılar ve mahkeme Shell firmasını 15.5 milyon dolar ödemeye mahkum etti. Kısacası mahkeme, bir çokuluslu firmanın bir başka ülkede siyasal yaşama şiddet kullanımını teşvik ederek müdahale etmesini, hatta darbecileri ya da yanlılarını desteklemesini suç saymış oldu. Ayrıca bu karar, her ne şirketi olursa olsun tıpkı kendi ülkesinde olduğu gibi başka ülkelerde de çevreye zarar veren faaliyette bulunmalarının suç oluşturduğunu teyit etti.

Sonuçta, çevreye en fazla yatırım yapan firmalardan biri olan Shell, geçmişiyle yüzleşme ve ileriye dönük güvenirliliğini artırma imkanı buldu, Nijerya yönetim kadroları deşifre edildi, ülkedeki muhalefet ve geçmişte ciddi acılar yaşamış kesimlerin vicdanına yaklaşılmış oldu. Ama davanın en az bunlar kadar önemli bir yanı daha var. Bu dava bireylerin ve grupların haklarının peşinden nasıl koştuklarını, nasıl başka ülkelerin mevzuatını takip ettiklerini, nasıl çok uluslu çalışma yürüttüklerini, kısacası nasıl 'ders' çalıştıklarını gösteriyor.

Kaynak: Radikal