Niçin sadece 'demokrat' değilim?

Geçenlerde çıkan bir yazımda, siyasal kimliğimden "liberal sosyal demokrat" olarak söz ettim. Bazı okurlarım beni bir "sosyal demokrat" olarak tanıdıklarını, "liberal" sıfatını eklemeye niçin gerek gördüğümü sordular.
Sebebi şu: Birçok yazımda belirttiğim gibi, sadece "demokrat" değil, hem "liberal" hem de "sosyal" bir demokratım.

"Liberal demokrat"ım çünkü halkın rızasıyla yönetim kadar, bireylerin temel hak ve özgürlükleriyle sınırlı demokrasiye, özgürlükçü ve çoğulcu topluma inanıyorum. "Sosyal demokrat"ım, çünkü zenginliğin yaratılmasında büyük üstünlüğü olan özel mülkiyete dayalı piyasa ekonomisi, kendi haline bırakıldığında hem büyük adaletsizlikler doğuruyor hem de doğal çevreye büyük zarar veriyor. Onun için, Parlamento tarafından çıkarılan yasalarla fırsat eşitliğinin ve sosyal adaletin sağlandığı, doğanın korunduğu türden bir "sosyal piyasa" ekonomisinden yanayım. Kendime "liberal sosyal demokrat" dememin kuşkusuz bir nedeni de Türkiye'de "sosyal demokrat" sıfatının canına okunmuş olması, yani Kemalist, Ulusalcı, milliyetçi (nasyonal) sosyalist fikir sahipleri tarafından da bir yafta olarak kullanılır hale gelmiş olması.

Bazı arkadaşlarım da üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakacak anayasa değişikliği önerisini destekleyen akademisyenlerin bildirisini niçin imzalamadığımı soruyorlar. Bunun nedeni, kesinlikle bildirinin "AKP'ye yakın duranlar" tarafından hazırlanmış olması değil. Özgürlükleri kısıtlayıcı öteki mevzuatın da kaldırılması benim için elbette ki üniversitede başörtüsü yasağının kaldırılması kadar önemli. Ama özgürlük yönündeki bütün adımların aynı anda atılmasını beklemek gerçekçi değil. Evet, bu anayasa değişikliği yeni ve sivil anayasayı geciktirme açısından haklı bir endişe kaynağı olabilir, ama yeni anayasanın "türban meselesi"nden bağımsız olarak tartışılmasında da yarar olabilir. Anayasa değişikliğini MHP'nin de destekliyor olmasında ne sakınca olabilir, onu hiç anlamıyorum. Özgürlük yönünde her adım Parlamento'da farklı ittifaklarla atılabilir.

Bildiriyi imzalamadım, çünkü görüşlerim bilinmiyor değil. Yıllardır gerek yazılarımda gerekse katıldığım televizyon programlarında Türkiye'de uygulandığı şekliyle başörtüsü yasağının ne insan haklarıyla ne de laiklikle bağdaşır olduğunu söylüyorum. İkincisi, bildiri metniyle tam bir görüş birliği içinde değilim, çünkü üniversitelerde sınırsız "kılık-kıyafet serbestisi"ni savunmuyorum. Başörtüsü-türban ayrımını benimsemiyorum; ne "çene-altı"nın ne de "GATA fiyongu"nun çözüm olduğuna inanıyorum. Ama derslere sadece gözleri ortada bırakan kara çarşafla ya da gözleri de kapatan "burka" ile veya bikini ya da şortla girilmesine izin verilmesi makul olamaz.

Ben ne (çoğunluk böyle istediği için) örtünmenin kayıtsız şartsız serbest olmasını savunan türden "demokrat"lardanım, ne de örtünmenin kadın-erkek eşitliğine aykırı olduğu iddiasıyla kayıtsız şartsız yasaklanmasını isteyen "laikçiler"i tasvip ediyorum. Başörtüsü yasağının üniversite öğrencilerine uygulanmasına karşı olduğum gibi, Parlamento'daki halk temsilcilerine ve kamu binalarında kamu hizmetinden yararlananlara uygulanmasını da onaylamıyorum. Ama laik, yani inançlar arasında ayrım yapmayan devleti temsil eden kamu görevlilerinin, kamu hizmeti verenlerin dini simgeler taşımalarının laiklikle bağdaşmadığına inanıyorum.

Başörtüsü yasağının bütün yurttaşların vergileriyle finanse edilen kamuya ait temel ve ortaöğretim okullarında okuyan, rüşte ermemiş öğrencilere uygulanmasını tasvip ediyorum. Ancak seçme özgürlüğünün tanınması açısından yasağın özel okullardan kaldırılmasına itirazım olmaz. Nihayet, örtünmeyi bir dini vecibe saymayan kız öğrencilerin özgürlüğünün korunması da benim açımdan örtünmeyi dinî vecibe sayanların özgürlüğü kadar değerlidir. Ezcümle: Sadece "demokrat" değilim, çünkü sadece "demokrasi" çoğunluk diktatörlüğüne dönüşebilir; özgürlüğün de, laikliğin de boğulmasıyla sonuçlanabilir.

 Kaynak: Zaman