Netanyahu'nun diplomasiden korkma sebebi

Netanyahu ve Obama yine gündemdeler. Sertlik yanlısı İsrail Başbakanı, Senatör Joe Lieberman'ın yanında, Obama'yı geçen hafta sonu İstanbul'da yapılan görüşmeler sırasında İran'a "avanta" vermekle suçladı. Netanyahu, İran'ın "hiçbir sınırlama olmadan" uranyum zenginleştirmeye devam edebileceği ithamında bulundu.

Hiçbir şey bu kadar gerçekten uzak olamazdı. Birkaç dakika sonra Obama, dünyanın diğer köşesinden, Kolombiya'daki Latin Amerika zirvesinden ateşe karşılık verdi. Obama, "Bizim bir şekilde bağışta bulunduğumuz ya da 'avanta' verdiğimiz düşüncesi, İran'ın da bir şeyler aldığına işaret eder" dedi. “Aslında onlar, bu görüşmelerden istifade etmezlerse sadece birkaç ay içinde karşı karşıya kalacakları en sert yaptırımları aldılar."

Görüşmelerde çıta çok düşük tutulmuştu. Ama iki taraf da taviz vermediği için değil, her iki taraf da taviz verdiği için gelişme sağlandı. İranlılar, nükleer meselenin ele alınışındaki ön şartlarını kaldırdılar, ABD de meseleyi NPT (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması) çerçevesi içinde halletmeyi kabul etti. Bu da Washington'un uranyum zenginleştirmenin sıkı bir denetim içinde İran toprakları içinde yapılmasını kabul edebileceğine yönelik olarak gönderilen bir başka kapalı işaret oldu.

Hiç kuşkusuz Netanyahu, İran’ın zaman kazandığını iddia etmekte yanlıştır. Kainatın kanunları halen aynıdır: Taraflar görüşsün ya da görüşmesin zaman geçecektir. Görüşmeler ancak, diplomasi gerçekleşmeyince zaman mucizevi bir şekilde durursa İran’ın zamana oynamasını kolaylaştırır.

(Bu durumda da muhtemelen Obama, barış yapma hususunda Netanyahu’dan tavsiye almayacaktır. Eğer böyle yaparsa ciddi sıkıntı içine girer.) 

Ama bununla beraber, doğru da olsa Obama’nın cevabı uygun değildi. Anbean kimin önde olduğu ya da en çok tavizi kimin verdiğine dair takıntılı iddialarda bulunmak yerine onun, odağı yeniden daha büyük resme çevirmesi gerekiyor.

İşte gerçekten önemli olan şeyler: Biz felaket getirecek bir savaşın eşiğindeydik ama önemli hedeflerimizi yerine getirebileceğimiz bir süreç başlatmayı başardık. Biz İran'ın nükleer silaha sahip olmasını önleyebiliriz, biz belalı bir savaşı önleyebiliriz. Sıradan Amerikalıların benzinin galonuna sekiz dolar ödemesi gerekmez, dünya ekonomisindeki düzelme de tehlikeye girmez.

Netanyahu'nun şu soruya cevap vermesi gerekiyor: Niçin diplomasinin başarılı olması, onu diplomasinin başarılı olmamasından daha çok korkutuyor?

Bu söylem ve histerik konuşmaların arkasında, diplomasinin güvenliği üzerinde yol açacağı etkilere dair İsrail'in meşru endişeleri var. Netanyahu hükümeti (ve bunun Rabin-Peres hükümetinden bu yanaki selefleri), görüşmelerin başarılı olmasının kaçınılmaz olarak İran'ın kendi topraklarında sınırlı olarak uranyum zenginleştirmesine izin verecek bir anlaşmaya yol açacağından endişe ediyor.

Haklılar.

İsrail, nihayetinde İran'ın nükleer bomba yapmasını önleyecek faydalı bir anlaşma olarak görmek yerine bunun, İran'ın gerçek bir nükleer güç olmasına izin vereceğinden ve neticede bölgede güç dengesini İsrail aleyhine değiştireceğinden korkuyor.

Bölgede fiilen nükleer denklik sağlanması, İsrail'in Filistinli ve Lübnanlı militan örgütlere karşı caydırıcılık kapasitesine zarar verir ve stratejik açıdan manevra kabiliyetini kaybetmesine yol açar. Bu durum, bölgede nükleer güç sahibi tek devlet olarak İsrail'in imajına zarar verir ve onun yenilmezlik efsanesine son verir. İsrail'in, askeri üstünlüğünün etkisiyle barış parametrelerini dikte edebildiği ve tek taraflı olarak barış planları ortaya koyduğu günler de geride kalır. Tecrübeli İsrailli politikacı Ephraim Sneh, kitabım için yaptığım mülakatta bana, "Biz, düşmanlarımızın elinde nükleer bomba olduğu bir döneme dayanamayız. Nükleer bombayı kullanmaları gerekmiyor, ona sahip olmaları yeterlidir" açıklamasında bulundu.

Jeopolitik değişim, gönülsüz Netanyahu hükümetini komşularıyla toprak açısından taviz vermeye zorlayabilir. Tartışmasız, İsrail hem İran'la nükleer rekabet hem de Arap ülkeleriyle devam eden toprak ihtilaflarına aynı anda güç yetiremez.

İkincisi, ABD İran'la anlaşma yaparak Tahran'ın otokratik yöneticileriyle mevcut gerginliği azaltır. İsrail-İran gerginliğinde ise önemli bir azalma olmaz. Bu, İsrail'de terk edilmişlik korkusunu tetikler. ABD Tahran'la olan farklılıklarını giderir ve dikkatlerini başka yerlere çevirirken İsrail, bu düşünceyle bölgede düşman bir İran'la karşı karşıya kalmaya devam eder. Bunun İsrail'in karşı karşıya kaldığı demografik mücadele gibi diğer, alakasız meseleler üzerinde de kesin olarak dalga tesirleri olur.

Bu korkuların arkasındaki mantıkta birkaç hata var. Birincisi, İsrail'in bir beka tedbiri olarak bölgesel güç dengesini mutlaka kendi lehinde tutması gerektiği faraziyesidir. Bu, İsrail toplumunun üzerine taşınması mümkün olmayan bir yük yerleştiriyor. İsrail'in, kendisinden 15 kat büyük bir ülkeyi dengeleme ve yenme kapasitesi uzun dönemde zayıftır.

İkincisi, o, diplomasinin İsrail-İran gerginliğini azaltma kapasitesini küçümsüyor. Endişelerinin görüşmelerin gündeminde yer almasını sağlamak üzere kendisini diplomasiden yana konumlandırmak yerine İsrail, açık bir şekilde diplomasiye karşı çıktı ve diplomasinin başarısına yönelik sayısız engel çıkardı. Bu da İsrail'i, en önemli müttefiki ABD'yle görüş

ayrılığı rotasına soktu. ABD, İran'la anlaşma yapılmasını istiyor ve buna ihtiyaç duyuyor.

İsrail'in, güvenliğine bakış hususunda paradigma değişikliğine gitmesi gerekiyor. Bölge temelden değişiyor, İsrail henüz kendisini buna göre ayarlamayı reddediyor. İsrail aynı şekilde kalmakta ısrar ediyor. Bu, kendi menfaatine hizmet edecek bir strateji değil.

Kaynak: The Daily Beast 

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas