Netanyahu'dan hodri meydan: Tirkel Komisyonu

Benjamin Netanyahu'nun, Obama yönetimini karşısına alma pahasına Kudüs'te 1600 yeni Yahudi yerleşimi kurulacağını açıklamasıyla eşzamanlı bir şekilde bu kez Obama'yı arkasına alarak Mavi Marmara saldırısını incelemek üzere bir komisyon kurması, İsrail hükümetinin İbrani Devleti'nin üstün çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmaktan vazgeçmeyeceğini göstermiştir. 

İsrail kabinesinin oybirliği ile verdiği kararla kurulan, Adalet Yüksek Mahkemesi'nin emekli yargıçlarından Yaakov Tirkel başkanlığında, uluslararası hukukçu Profesör Shabatai Rosen, Tümgeneral Amos Horev'den oluşan ve Nobel barış ödüllü İrlandalı David Trimble ve Kanadalı eski askerî başsavcı Ken Watkin'in gözlemci statüsü üstlendiği komisyonun yapısı, yetkileri ve çalışma usulleri incelendiğinde İsrail'in yıpranan imajını düzeltme operasyonunun düğmesine basıldığı anlaşılacaktır.

BM Güvenlik Konseyi'nin uluslararası standartlara uygun, süratli, tarafsız, muteber ve şeffaf bir soruşturma süreci izlenmesine ilişkin kararı karşısında, Netanyahu'nun Tirkel Komisyonu'nu "uluslararası siyasi arenada İsrail'in mücadelesini kuvvetlendirecek mümkün olan en iyi seçenek" olarak tanımlaması ve komisyonun İsrail'in aleyhine değil, lehine çalışacağından emin olduğunu belirtmesi son derece manidardır. Bunun yanı sıra üyelerin İsrail milliyetçisi olarak tanımlanabilecek bürokratlardan seçilmesi ve komisyonda görev alan yabancı gözlemcilere ise oy hakkı verilmemesi komisyon raporunun ölü doğmasına neden olacak bir diğer etkendir.

Nitekim İsrail hükümetinin anayasal bir kuruluş değil "bilirkişilerden" ibaret akademik bir inceleme komisyonu olarak kararlarının bağlayıcı olmayacağı yönündeki açıklaması da Güvenlik Konseyi'nin aradığı kriterlerin ne denli karşılandığını açıkça göstermektedir. Bu gelişmeler karşısında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki moon her ne kadar Tirkel komisyonunu önemli bir adım olarak değerlendirmişse de Güvenlik Konseyi kararının uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulması yönünde olduğunu hatırlatmaktan geri durmamıştır.

Beyaz Saray'ın bu hamleyi olumlu ve desteklenmesi gereken bir adım olarak tanımlayıp bir şans verilmesi gerektiği yönünde açıklamalarda bulunması, Ortadoğu Dörtlüsü Özel Temsilcisi Tony Blair'in de aynı doğrultuda tavır takınması dikkatle irdelenmelidir. İsrail kabinesinin ülke tarihinde ilk kez böyle bir komisyonun kurulmasına destek vermesi ABD ile Tel Aviv arasında gizli pazarlıklar yapıldığı iddialarını kuvvetlendirdiği gibi Washington'un Netanyahu hükümetini kolay kolay gözden çıkarmayacağını ortaya koymuştur. Anlaşılan odur ki Tirkel Komisyonu varlığını, ABD ve Avrupa Birliği'nin Netanyahu hükümeti nezdinde uygulamış olduğu baskıya borçludur. Batı'nın peşinde olduğu asıl husus, Gazze'ye yönelik ambargonun hafifletilmesi ve barış müzakerelerinin tekrar başlatılması karşılığında İsrail ve Batı aleyhine yükselen öfkeyi dindirmektir.

BASKININ ULUSLARARASI SULARDA OLMASI TÜRKİYE'NİN ELİNİ GÜÇLENDİRİYOR

Akdeniz'in uluslararası sularındaki saldırı sonrasında hem bölge hem de uluslararası toplum nezdinde yalnızlığa itilen Netanyahu'nun, Tirkel Komisyonu'nun kurulması kararını alırken vermek istediği mesaj, şeffaf ve hukuki bir süreç çerçevesinde haklılığını ortaya koymaktır. İsrail hükümetinin, hiçbir ordu mensubunun ifade vermemesi ve yargılama yetkisinin bulunmaması şartıyla Tirkel Komisyonu'na yeşil ışık yakması, dahası terörist olmakla itham ettiği İHH'ya Mavi Marmara gemisinin hiçbir şekilde iade edilmeyeceği yönündeki kararı manidardır. Nitekim, İsrail hükümetinin Mavi Marmara gemisinde uluslararası terörizmle bağlantılı bazı kişilerin bulunması nedeniyle Tzahal komandolarının meşru müdafaa haklarını kullandıkları yönündeki ısrarlı söylemi ve komisyonun bu çerçevede hareket etmesi gerektiğine ilişkin açıklamaları Tirkel ve arkadaşlarının Netanyahu ipoteğinde görev yapacakları iddialarını kuvvetlendirmiştir. Bununla birlikte Netanyahu'nun amaçladığı en önemli husus, açık denizde gerçekleştirdiği eylemi Gazze'ye yönelik geliştirmiş olduğu politikanın bir parçası olarak sunmak ve bu şekilde İsrail'in Gazze müdahalesindeki eylemlerini savaş suçu olarak değerlendiren Goldstone Raporu'nun yaşattığı sıkıntıdan kurtulmaktır.

Türkiye ise Netanyahu tarafından kurulan komisyonu tatmin edici bulmamış ve İsrail'in BM Güvenlik Konseyi'nin kararına uygun davranmadığını ortaya koymuştur. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu'nun, "Suç, uluslararası sularda işlenmiştir. O yüzden, soruşturma komisyonunun uluslararası nitelikte olması gerekir. İsrail, komisyona girerse, bu niteliğe ulaşılmaz. Uluslararası komisyon talebimizde ısrarlıyız. Orada, vatandaşlarını kaybeden Türkiye'dir. ABD de kayıp verdi. İsrail tarafından tek taraflı bir anlaşma bizim için hiçbir değer taşımaz. Davalı İsrail'dir. Bir davalının aynı zamanda savcı ve hâkim olması hiçbir hukuk ilkesiyle bağdaşmaz." açıklaması sonrasında Ankara'nın resmi özür, tazminat ve Gazze'ye yönelik ablukanın kaldırılması taleplerindeki ısrarından vazgeçmeyeceği anlaşılmıştır.
 

Her şeye rağmen AK Parti hükümeti Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan gerginliği bir İsrail meselesi olarak değil Netanyahu problemi olarak görmekte, İsrail ile savaşın seçenekler arasında yer almadığını dile getirmekten çekinmemektedir. Bu çerçevede Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, Katar Emiri El Tani, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed başta olmak üzere bölgenin önde gelen isimlerinin ziyaretlerinde somutlaşan Arap ve İslam ülkelerinin desteği, hükümetimizin doğru yolda olduğunu ve geri adım atmaması gerektiğini göstermiştir.

Bilindiği üzere 2006 yılında iki askerinin kaçırılmasını bahane eden İsrail, Lübnan'a yönelik gerçekleştirmiş olduğu orantısız ve hukuk dışı operasyonun hezimetle sonuçlanmasını takiben, yaşadığı askerî mağlubiyetin etkisinden kurtulma yolları ararken beklenmedik derecede büyük bir siyasal krizle karşı karşıya kalmıştı.

Yenilginin sebeplerini ve sorumlularını araştırmak üzere İlyahu Winograd başkanlığında kurulan ve ülkenin önde gelen yargıçlarından oluşan beş kişilik komisyon, yüzlerce sayfadan ibaret olan son raporunu açıklamış ve İsrail'i yeni ve daha büyük çaplı çalkantıların ortasında bırakmıştı. İsrail'in Winograd konusunda gösterdiği hassasiyetin aynısını Tirkel Komisyonu kararlarında ve sonrasındaki gelişmelerde beklemek aşırı bir iyimserlik olacaktır.

Son günlerde Batılı pek çok yönetim ve medya organı tarafından Türkiye'nin dış politikada bir eksen kayması yaşadığı ve yüzünü Doğu'ya döndüğü yorumları dile getirildiği bilinmektedir. Ancak bu haksız suçlamaları getiren Batı'nın, Güvenlik Konseyi kararlarını bir kenara bırakarak görevi İsrail'i kurtarmak olan bir komisyonu desteklemesi ve İbrani Devleti'nin uluslararası hukuku hiçe sayan saldırgan politikasını görmezden gelmesinin ne denli tutarlı olduğu cevap bekleyen önemli bir sorudur.

Kaynak: Zaman