İşi iyi idare ettiniz Başbakan Benjamin Netanyahu. Mavi Marmara’daki vatandaşlarını öldürdüğünüzden dolayı Türk hükümetinden özür dilemek yerine ipe un serdiniz ve Ankara büyükelçiniz kovuldu. Bu hızla giderse, bir zamanlar çok önemli olan İsrail-Türk ilişkileri kısa bir süre zarfında bitecek, sallantıdaki Ürdün hariç İsrail’in bölgedeki hiçbir dostu kalmayacak.
Mısır’la barış antlaşması yerinde duruyor ama o da güç bela; Mısır’a artık bir dost nazarıyla bakılamaz. Mısır halkı İsrail’i adam yerine koymuyor ve onu eski devlet başkanı Hüsnü Mübarek’le bir tutuyor ki İsrail’in zahmet edip beslediği bir ilişkiydi bu. Beşşar Esad gittiğinde İsrail’in Suriye’yle fiili dostluğu da bitecek. Esad Siyonist değil ama Suriye-İsrail ve İsrail-Lübnan sınırında bir istikrar gücüydü.
Esad gittiğinde, kuzey sınırının ısınacağı neredeyse kesin özellikle de Hizbullah, Lübnan hükümetinde başat rol oynadığından dolayı. Filistinlilere gelince, Netanyahu, davalarını bu ayın sonunda BM’e taşımaya cüret ederlerse Oslo anlaşmalarının hükümsüz kalacağını söylüyor. Başka bir ifadeyle, Filistinliler İsrail’in düşmanı addedilecekler. Bir kez daha.
Kısacası, Benjamin Netanyahu İsrail’i 1993 Oslo anlaşmasının da gerisine götürmek üzere. Mısır’la barış anlaşmasının yapıldığı Camp David’den daha geri götürme ihtimali ve Türkiye’yle 1948’te kurulan ilişkilerin sona erecek olması gibi ilave bir felâket var.
Normal bir ülkede buna benzer feci başarısızlıklar Netanyahu’nun görevinden ayrılmasıyla sonuçlanırdı. İsrail’de böyle bir şey olmaz. Ülke güvenliğine ve ekonomisine verdiği onca zarara rağmen (Netanyahu’nun Çay Partisi iktisat anlayışına karşı düzenlenen kitle gösterilerini not edin) koltuğunda oturmayı sürdürüyor zira İsrail sağı onu destekliyor ve İsrail sağcı bir koalisyon tarafından yönetiliyor.
En kötü olanı ise İsrail’in bütün komşularıyla yaşadığı problemlerin işgalin sona erdirilmesiyle çözülebilecek olmasıdır. İsrail hükümeti onca parayı yerleşimciler ve onların fahiş taleplerine harcamasa İsrail ekonomisi bile bundan fayda görecek.
Yeni gerçekler
İsrail propaganda makinesi başka türlü söyleyecektir. Filistinliler ve onları destekleyen Araplar ve Müslümanlar aslında işgali umursamıyorlar diye ısrar ediyor. Amaçları, İsrail’i yok etmek diye sürekli laf anlatıyorlar bize. Delil olarak da “Filistinlilerin İsrail’in devlet olma hakkını asla tanımayışlarını” gösteriyorlar.
“Büyük yalan” olarak nitelendirilen türde bir şey bu. Filistinliler İsrail’in 1967 sınırları çerçevesinde devlet olma hakkını ve güvenliğini defalarca tanıdılar.
Unutanlar için söyleyelim, Başkan Clinton, Başbakan Rabin ve FKÖ başkanı Yaser Arafat’ın 1993’ün o gününde Beyaz Saray bahçesinde mutabık kaldıkları konu buydu. İsrail, Filistin haklarını tanıdı; Filistinliler İsrail’i tanıdı. O tarihten beri hiçbir taraf tanımayı geri çekmekle tehdit etmedi ta ki geçen ay Netanyahu Filistinliler BM’e gittikleri takdirde Oslo anlaşmalarının hükümsüz olabileceğini söyleyene dek.
İyi de niçin?
Filistinlilerin BM’e yönelmesi İsrail’in tüm sorunlarına çözüm de sunmaktadır. Mahmud Abbas, Filistin bu uluslararası kurum tarafından bir kez tanındığı takdirde iki tarafı bölen tüm meseleler hakkında İsrail’le müzakerelere başlayacağını söyledi. Tek fark, müzakerelerin güçlü bir devlet ile masadaki birkaç kırıntı için yalvaran bir taraf arasında değil de iki devlet arasında yürütülecek olmasıdır.
Netanyahu BM oylamasından dehşete düşüyor. O ve temsilcileri dünyayı dolaşıyor, bir Filistin devletinin tanınmaması yönünde oy kullanılmasını talep ediyorlar. Netanyahu’nun birleşik kuvvetleri ve İsrail lobisi “hayır” oyu talep eden Netanyahu’ya katılması için Obama yönetimini tatlı sözlerle kandırmaya çalışıyorlar.
Netanyahu’nun statüko’yu muhafaza etmek istediği açık velev ki bu İsrail’’i her bir komşusunun fiili yahut potansiyel düşmanı olduğu bir yere oturtsun, Türkiye’yle stratejik ilişkileri bitirsin, İran’la savaşı önlemesine bölgede yardımcı olacak hiç kimse bırakmasın.
Yanlış öncelikler
Kulağa delice gelebilir ama öyle. Netanyahu’nun birinci önceliği, işgali sürdürmektir. Yerleşimciler ve dinci fanatikler onun halkı; Tel Aviv ve Hayfa’dakiler ise öyle değil. İsrail’in güvenliği Netanyahu için önemsizdir denemez. Önemlidir. Fakat Ariel ve el Halil’deki çılgın yerleşimciler bizzat devletin kendisi kadar önemlidir onun nazarında. Aralarında hiçbir fark yoktur. (Netanyahu tüm İsrail’i işgal altındaki topraklar olarak gören Filistinli aşırılar gibidir bu bakımdan. Netanyahu da hiçbir ayrıma gitmiyor.) Netanyahu, İsrail’i eşiğe getiriyor ve hiç kimse hiçbir şey yapmıyor. Hem Başkan hem de Kongre Netanyahu’nun suyuna gidiyor çünkü lobi onlara İsrail’i desteklemenin tek yolunun (ve bunun karşılığında İsrail dostlarının desteğini kazanmanın tek yolunun) İsrail başbakanının yaptığı her şeyi onaylamak olduğunu söylüyorlar. Filistinliler işte bu yüzden BM’e gitmeliler. ABD veya hatta Avrupa’dan hiçbir şey bekleyemezler. (ABD, Netanyahu’nun adına Avrupa üzerinde ağır baskı uyguluyor.)
BM oylamasının 20 Eylül’de yapılması bekleniyor. Amerika’nın doğru bildiğini yapıp “evet” oyu vermesi veya dürüst aracı olup çekimser oy kullanmasını beklemek fazla olur. Ümit edebileceğimizin azamisi ABD ve İsrail’in “hayır” oyu veren küçücük azınlığın içerisinde yer almalarıdır. Böylesi bir oylama, Filistinlileri güçlendirecek ve belki de Netanyahu’yu korkutup iyi niyetle müzakere yürütmeye itecektir.
Fakat beklenen gerçekleşmese bile BM, Filistinlilerin de bir halk olduğunu beyan edebilir; Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te tam egemenlik kurma hakkı dâhil hakları olan bir halk. O noktada tehlike işareti belirecektir. Ümit o ki Netanyahu İsrail’e daha fazla zarar vermeden işgal biter.
Kaynak: Political Correction
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı