Hiç kimse kendinden razı değil. Konumundan, mesleğinden, halinden hoşnut değil. Sürekli değişen dünyada yaslandığı duvarı çöken insan, hep hareket halinde. Devletin tepesinden, toplumun tüm katmanlarına durum aynı.
Şikayet başkasından...
Sorun insanın kendinde. Yenme ve yenilmeyi, dahası sahiplenmeyi merkeze aldığı günden beri mutluluk insandan adım adım uzaklaştı. Kendinden sihirli bir imaj edinen “değişim” vurgusunun kollarında medet umarken kendini zorluyor insan.
Hem de çok zorluyor.
Daha otuz sene önceye baktığımızda, pek çok şeyin yerinde olmadığını görürüz. Sadece kentlerin değil, onlarla birlikte değerlerin de yerinde olmadığı açıkca görülüyor. Kadın erkeğe erkek kadına, dinler, ırklar, kentler birbirlerine benzetilmeye çalışılıyor. AVM’leri ile dünyanın birbirine bağlanması tesadüfi değil. Ticaretten siyasete, düşünme biçiminden eğlenceye, sessiz, cezbedici, aynı oranda yumuşak güçle cebredici bir dünya standardına, çok yönlü, yolculuk halindeyiz.
Tüm olan bitine rağmen insan mutsuz!
Bütün mesele de bu. Her şeyi olan insan neden mutlu olamıyor?
İnsanın kendinden hızlı koşması isteniyor ve insan da buna itiraz yerine onay veriyorsa, bunun ontolojisi olamaz.
Kendisi fıtratından hızlı koştuğunda “insan” arkada kalır.
Hızıyla birlikte, talepleri çoğalan insanın hizmetini karşılamakta zorlanan kainatın ritmi aciz kaldığında da, günümüzde olduğu gibi, saldırıya uğrayacaktır. Yerin altını üstüne, zamanından önce taşıyan ve gelecek nesillerin rızkına el atan bir tipolojinin şiddet dilini kuşanması kaçınılmazdır.
Her şeyin yerinde durmasını, değişimin olmamasını söylemiyoruz. Değişimin kainatın devinimine uygun, kozmik bir hareketle birliktelik kurmasından söz etmeye çalışıyoruz.
Müslüman olarak, “ ihtiyaç nedir? “diye sormak ve israfın her şeye teşmil olan vasfını, temelden kavramak durumundayız.
Gökyüzü genişliğinde bir bağla güvende olan Müslümanların teminatları elleri altındadır. Her şeyden önemli ve kıymetli olan “Kitap” ellerindeyken başka ellere, vitrinlere bakmaları anlaşılır değildir.
Kitap verilen, hikmeti bu sayede aklederek, yaşayıp netice elde ederek bulması gereken müminlerin dünyayı kullanmada insanlığa örnek olmaları, olması gereken durumken, uydu pozisyonunda kalmak korku vericidir.
Müminin hikmeti elde edemediğinde, kavuştuğu imkanları nasıl heba ettiğini, son yıllarda yakinen müşahede ediyoruz. Şehirlerin çölleşmesi, insanın kendine yabancılaşması bizim elimizle gerçekleşecekse, bu durum büyük itirazlara muhtaçtır.
Elbette itirazın adabına uygun ortaya konması ve o oranda da, karşı tarafın özeleştiri ile ilgisinin devreye girmesi elzemdir.
İnsanın mekana müdahalesi anlık olurken, mekanın uzun sürede insana etkisi söz konusudur. İslam medeniyeti bu anlamıyla, akıp duran bir nehir gibi, öncekilerle sonrakileri bütünleyen, benzer kılan, birbirine değerli yapan özelliğe haizdir.
Sorun nehrin koptuğu yeri bulmak!
Yatay yağmurların kesildiği yerin bulunması, çokça dua, bir o kadar çaba ve devindikçe dağ olan sabırla mümkün...
Zamandan sorgu, mekanı da içerir.