Sembollerin aktarımını ve iktidar seçkinlerinin imtiyazlarını temel aldığından, bu proje bilinçli, planlı ve sistemli bir biçimde kendine bir 'öteki' yaratır.
Meşruiyetini bu şeytanlaştırdığı ötekinin inşa edilmiş varlığına ve çarpıtılmış imajına dayandırır. Bunun iki sonucu vardır:
a) Semboller çatışmayı öngörür, kavramlar ise diyalog, tefekkür ve eleştirel bakışa dayanır. Türk modernleşmesi diyalogtan ve kavramsal analizlerden yana değildir.
b) Zümresel çatışma ötekiyi kaçınılmaz kılar. Bu yüzden adalete, özgürlüğe ve sivil çoğulculuğa iyi gözle bakmaz.
Dış dünya ile temas, başka kültürler ve özellikle Batı modernliğiyle ilişkiler çerçevesinde model alınacak örnek Abbasiler döneminde Müslümanların Hind, Çin, İran, Babil, Mısır ve Yunan?la kurdukları ilişkilerde takip ettikleri yöntem olabilir. Onlar, temas kurdukları kültür havzalarından felsefe, hikmet ve ilimleri aldılar; ama trajedi, şiir, tiyatro, mitoloji, sanat ve heykelcilik gibi etkinliklere ilgi göstermediler. Çünkü kavramsal düzeyde temas kurma amacındaydılar. Amaçları hikmeti aramak, daha gelişkin bir zihin ve birlikte yaşama için herkese alan açmak ve farklı beşeri toplulukların tecrübelerinden, bilgi birikimlerinden yararlanmaktı. Bunu başardılar da.
1) Modern dünyada yaşıyoruz. Ama modernliğe ne sorgusuz sualsiz teslim olabiliriz ne bütünüyle reddedebiliriz. Belki içinde varolarak onu dönüştürebilir, ona aşkın/müteal bir boyut katabiliriz, bu onun krizini aşmasına da katkı sağlar. Çünkü bu bizi hem kültürel olarak kişisizleştirmekte hem de sürgit Batı?nın hegemonyası altında tutmaktadır. Modernlik nötr değildir, değer yüklüdür ve bir projedir. Bizim ona semantik bir müdahalede bulunmamız lazım. Tıpkı geçmişte Müslümanların temasa geçtikleri bütün kültür havzalarından aldıklarına yaptıkları semantik müdahaleler gibi. Ancak bu durumda modernliği kendimize mal edebiliriz.
2) İkinci nokta, kendi sorunlarımızı Batı üzerinden anlamamız mümkün değildir. Hem kendi referans çerçevemizi ve hem kadim ve yakın tarihimizi bizimle aynı süreçleri yaşamış bulunan beşeri havzalarla temasa geçerek, diyalog kurarak anlamamız ve anlamlandırmamız mümkün. Bu açıdan Türkiye, Rusya, Hind, İran ve Mısır?ın modernleşme süreçleri ve bu süreçlerde yaşanmış tecrübelerin aktarımı önemlidir. Ama öncelikle yapmamız gereken Müslüman ülkelerin kendi aralarında diyalog kurması, konuşmaya başlamasıdır. Bu açıdan Türkiye-Mısır söyleşileri bunun ilk adımı olacaktır.
3) Son bir nokta, mevcut durumumuzu idealize etmenin hiçbir geçerli anlamının olmadığını bilmemiz gerekir. Değişmek zorundayız. Dışarıdan bize empoze edilen, hatta emredilen ve bizi determine eden mekanik müdahalelere fırsat bırakmadan kendi iç dinamiklerimizi hareket geçirmeli, değişim yönünde bir arzu ve talebi ortaya çıkarmalıyız. Bu da halka güvenmek, ona dönmek ve sahip olduğumuz iç ve asli dinamiklerimizi harekete geçirmekle mümkündür. Çünkü hakiki enerji burada toplanmış bulunuyor.
Durumumuzun iç açıcı olmadığı ortada. Ama umutlu olmak için çok sebep var. Batı modernliği içine girdiği krizi aşamıyor. Aydınlanma kendi iç entelektüel kaynaklarını tüketmiş durumda. Batı, eskisi kadar büyük entelektüeller yetişmiyor. Sekülerleşme nihilizm yayıyor. Bir paradigma inişe geçerken, bir başka paradigma ağır bir biçimde yükselişe geçiyor. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, çatışmaların, çalkantıların ve çok acı verici altüst oluşların yaşandığı bölgemizdeki bütün sancılar yepyeni bir doğumun habercisidir. Çünkü ?Allah günleri insanlar arasında dönüp dolaştırmaktadır?. Yeni bir günün şafağındayız.