NATO zirvesinden Türkiye yansımaları


NATO son dönemin en kritik zirvelerinden birini yapıyor. Görünüşe bakılacak olursa NATO ya yeni bir aşamaya girecek yahut dağılacak. NATO'nun dağılacağını ileri sürenler, nedense, üye olmak için sırada bekleyen ülkelerin neden kapıda beklediğine dair bir açıklama yapamıyor.

NATO gerçekten dağılmanın eşiğinde mi? Afganistan'da NATO'nun, daha doğrusu İngiliz ve Amerikan ittifak güçlerinin içine düştüğü duruma bakarak bu sonuca varmak biraz aceleci bir hüküm gibi geliyor. NATO üyelerinin Afganistan'a muharip asker gönderme konusundaki isteksizliklerini bu örgütü birarada tutacak ortak çıkarların aşındığı şeklinde yorumlamak, şu anda ayakta kalan tek küresel askeri örgütün işlevi ile Amerikan çıkarları arasındaki ayrımı fark etmemek olur.

Amerika'nın NATO'yu da yedeğine alarak kendi küresel rekabet gücünü sürdürebilir kılmaya çalışması ile, rakiplerden birinin muhtemelen AB olması arasındaki çelişkinin altını çizmek gerekir. Sorun şuradan kaynaklanıyor: Amerika potansiyel rakipleri olan Çin, Rusya ve Hindistan'a karşı stratejik hamleler yapmaya hazırlanıyor. Bu anlamda Afganistan'ın, Irak'ın işgali için uydurulan bahanelerin tutarsızlığı, kimsenin inanmamış olmasına rağmen savaş açılmasının anlamı ortaya çıkıyor.

Amerika hegemonik gücünün sınırlarının farkında olduğu için öngörülebilir düzeyde bir rekabete hazırlık yapıyor. 11 Eylül saldırıları bu hazırlığın işaret fişeği işlevi gördü. Yoksa asimetrik savaş kavramsallaştırmasının arkasına sığınarak, terörle küresel savaş adına "ya bizimlesiniz ya düşman" retoriği ile gücünü herkese dayatma ihtiyacı duymazdı. Burada Avrupa-ABD, ittifak-rekabet çelişkisini kapatan ortak alan NATO'dur. Bir yanda Çin ve Rusya'yı kuşatırken diğer tarafta Irak'a yerleşerek Ortadoğunun enerji kaynaklarını askeri olarak da elde tutmasının hedeflerinden biri de Avrupa Birliğidir. Ekonomik ve askeri rakipleri karşısında pazarlık gücünü artırma stratejisinin sonuçları önümüzdeki on yılda ortaya çıkacak.

Bu anlamda NATO Amerika ve AB arasındaki rekabeti özel ilişkiye dönüştüren ortak payda işlevi görmektedir.

Amerika bu ilişkiyi kendi küresel hesaplaşmasına taşımaya çalışıyor. Bu konuda belli mesafe aldığı da söylenebilir. Fransa, tarihinde görülmedik biçimde Amerika'ya yakınlaşmış, Almanya salt ekonomik gücün Amerika'ya kafa tutmaya, hele hele küresel rakip olamaya yetmeyeceğini anlamış görünüyor.

NATO zirvesinde nükleer silahların yeniden gündeme gelmesi farklı bir soğuk savaş döneminin açılmaya başladığının işareti demektir.

Soğuk savaşın bitiminde oluşturulan NATO konseptinden en zararlı çıkan üye Türkiye oldu. İttifakın tek Müslüman üyesi olarak nasıl etkilendiğimizin en somut göstergesi olarak postmodern darbe süreçlerini iyi okumak gerekiyor.

Sorulması gereken soru, bu yeni süreçte Türkiye nasıl etkilenecek ve bunun iç politikadaki yansımaları nasıl olacak?

Türkiye'nin önüne doğrudan NATO çerçevesinde olmasa bile Amerika tarafından önemli taleplerin geleceği aşikar. Çünkü Türkiye ne Avrupalı üyeler gibi AB şemsiyesi altında ne de tümüyle edilgen bir üye konumunda. AB gibi dengeleyici/koruyucu şemsiyeden mahrum ama Müslüman bir üye ülke olarak ve işgal ettiği konuma rağmen gölgede kalması-uyumluluk beklenen bir NATO üyesi.

Oysa şartlar Türkiye'yi, konumu gereği ya Amerika'nın talepleri doğrultusunda aktif katkı sağlamaya ya da kendi stratejilerini geliştirmeye zorluyor. Bağımsız olarak kendi stratejileri geliştirmekten uzak, daha doğrusu maddi imkanları ve zihni oluşumu itibariyle bu iradeden mahrum bırakıldığı içindir ki önüne bedeli ağır bir hesap çıkarılması kaçınılmaz görünüyor.

Dick Cheney'in bölgede yaptığı görüşmelerden sonra ortaya çıkan tablo Arap Birliği'nin ikiye bölünmesi ve Suriye'nin yalnızlaştırılması oldu. Bu taktik özellikle Körfez ülkelerinin birleşmesine yaradı. İran'a yönelik saldırı olsa da olmasa da Basra körfezi çıkışının kontrol altına alınmasına yönelik girişim olarak tek başına anlamlı.

Bu süreçte Türkiye'den talep edileceklerin başında Afganistan'a muharip güç gönderilmesi akla geliyor. Nitekim bu çeşitli düzeyde dillendirildi. İran konusu hala kapalı kutu görünüyor. Cheney'in altı yıl önce Ortadoğuya yaptığı savaş başlatan gezisi ile bölgeye yaptığı son tur arasında şartlar çok değişti.

Hem ABD siyasetindeki dengeler hem bölge açısından.

Ufukta bir savaş çıksa da çıkmasa da Türkiye'den talep edilenleri tahmin etmeye çalışırken bunun iç siyasete olan yansımalarını düşünmemek mümkün değil. Kurtarıcı rolünü oynamak için birileri siyaseten köşeye sıkıştırılmak mı istendiği sorusunu sormanın zamanıdır. Aslında köşeye sıkıştırılan, kör bir ideolojik dogmatizm adına Türkiye'dir. Devlet adına bu tür körlükler sergilendikçe bizi köşeye sıkıştırmak isteyenlere daha çok koz veririz.