İki farklı veya daha fazla etnik yapıdaki toplulukların bir arada yaşayamayacağını kim söylüyor? Dahası bu söz doğru mudur, tartışmasız bir mahiyet mi içermektedir?
İçinde bulunduğumuz kaosun, can pazarının temelinde bu ana soru yatmaktadır. Yaşanılan ateşli akış soruyu unuttursa da, bir yolunu bulup serinkanlı düşünme imkanını elde etmek durumundayız.
Ulusçuluk "mevsimi"nin geride kaldığı, Avrupa'nın tek ülke gibi hareket ettiği bir dönemde, hangi saiklerle dış destekten yoksun bırakılmayan, bir parçalanma arzu edilmektedir ve bu sonuca varıldığında, sevinç ve kazancın adresi neresi olacaktır?
Bin yılı aşkın kardeşlik bağı, tarihsel akışta pek çok badireyi birlikte göğüsleyip kavileşirken, gelinen aşamada çözüm kapıyı çalarken, namluya sarılmak hangi aklın tercihi?
Bütün bunları söylerken, Cumhuriyetle başlayan, etnik özellikleri yok etme çabasını görmezden gelmiyoruz. Ortaya çıkan barış ikliminin, tashih mahiyeti taşıdığını, devletin yanlışını Müslüman irade üzerinden düzeltmek isteği olarak anlamak yanlış olmasa gerek. Birlikte yaşamanın bu irade dışında, bir eczasının da olmadığı aşikar.
Daha doğrusu, Müslüman idrakinden bakıldığında, ayrılmanın meşru sebebi yok. Öte yandan devletin adalette alacağı mesafe ile meşruiyetini oluşturma konusu, birlikte yapılacak hedefli çalışmanın sonucu ile alakalıdır.
Nerede ırka dayalı bir söylem ortaya çıksa, çok geçmeden karşı söylem aynı kalıpta yerini alır. Birinin yükselişi, bileşik kaplar misali, diğerini de yükseltir. Birbirinin elini tutarak yükselten, çözümsüzlüğe taşıyan açmazın dünya tecrübesi, kanlı yürümüş ve her defasında hüsranla son bulmuştur.
Düşünce ve fikirle izah edilmez mahiyete sahip ırkçılık, anlık psikolojinin duyguda hapsolmasıyla yürüyüşünü sürdürebiliyor. Her çatışma, yeni evre olarak öfkeyi yenileyen, büyüten bir karaktere dönüştüğünde silah öldürme misyonunun yanında, ifade aracı özelliğini de üstlenmiş oluyor.
Batı ırkçılığın zararını çabuk kavradı ve öteki üzerinden ayrımı, farklı medeniyetlere yöneltti. Faşizmin yükselişini, kısmi başarılarını ve önderlerini hep hüzünle, ibretle anıyor.
İlahi söylem, her insanın doğuştan aynı kıymete malik olduğunu bildirir. Adalet, insanı elinde olmayan, kesbe/kazanmaya ait olmayan özelliklerden sorumlu tutmaz. Öyle olsaydı zulüm olurdu.
İlahi söylem yeryüzünden zulmün kalkması için vardır. İnsanlığın bir anne ve babadan çoğaldığını bildiren bir söylemin, etnik kökenleri yok saymadığını, aksine onları bir zenginlik bahsi olarak telakki ettiği biliniyor.
Aynı zamanda, etnik kökene dair, eksik veya fazla bir değer atfetmeyi cahiliye davranışı olarak değerlendiriyor ve kişinin elinde olmayan nedenlerden dolayı zemmedilmesini veya yüceltilmesini ayıplıyor.
İslam medeniyetinin ayırt edici vasıflarından biri; ırk temelli bir anlayışa, zihinde dahi meşruiyet tanımamasıdır. Bu özeliği tarihin akışında görmek mümkündür. Sayısız etnik kökenden insanı bir arada yaşatma başarısı göstermiş ve yıkılma pahasına temel vasfından vaz geçmemiştir.
İslam insanları iki temel kategori ile ele alır: İnananlar ve inkarcılar.
İnananlara tebliğ görevini yükler ve "Güzel sözle ve hikmetle" kişiyi muhatap alarak "teklif"i önerir. Teklifin dayatılmasını tehdide dönüşmesini yasaklar. Birlikte ve komşu olarak yaşayabilme düzleminde, her insanın bir gün teklife evet deme ihtimali, hassasiyetli ilişkiyi sürdürmeyi imkanlı kılar.
İnkarda olmak, öldürülme sebebi değildir. Savaşı oluşturan sebeplerin özünde dayatma, zulüm vardır.
Günümüzde Kürtler ve Türkler aynı medeniyetin içinde, bin yılı tedris etmiş, aynı cephede yatmış ve birbirlerini büyütmüş, fazilet yolunda birlikte koşmuş iki halk olarak "millet" potasında kıvama ermenin huzurunu yaşarken, ne oluyor da faşizme eğilim gösterebiliyor?
Ateşli ortamda bu sözün, sesin yükselmesinden başka etki yapmayacağı tahmin edilebilir. İşte tam da bu halin meşru olmadığını, yanlışın geri çekilmesi için çalışırken, karşı yanlışın desteklenmesinin hepimizin kuyusu olacağını birlikte görmeliyiz.
Bu savaş meşru değildir!
Çatışmayı örgütleyen ontoloji, İslam’la çatışma içindedir.
Bu topraklar Kürt ve Türklerin ve diğerlerinin tevhidle coşan kanı ile yoğrulmuştur.
Günlük dil yanıltıcıdır.
Namlu alev aldığında söz biter.
Ancak, her yerde namlu niye ve kimin adına ateş alıyor, hedef meşru mu diye düşünme durumundayız.
Bu çatışma ve dışlama halinin gerekçesi çürük ve bize ait değil.
Bize ait olmayan gerekçelerle birbirimizi öldürmek kadar acı ve aynı zamanda komik ve dahi düşman sevindiren bir durum olamaz.
Şimdi, önce serinkanlılığımızı kuşanma durumundayız.
Bunca acı ve açmaza rağmen, serinkanlılığımıza dönmeliyiz ki, düşünme melekemiz hayatiyet kazansın.
Olayların kışkırtıcı dili, silahın katkısıyla, zaman içerisinde yakın arkadaş ve dostlarımızın ümmet bakışını alaya alarak, aynı hareketin içine dahil olduklarını görmek, acı veriyor.
Bu çıkmaz, iman kardeşliğiyle çözülür ve destana dönüşür ancak.
Bu karanlık, cahiliye çukurundan "ileri bir düzlem"in düşüyle çıkılır ancak.
Bu kargaşanın varlığını ganimet bilip koşanların elinden ancak, Kitaba kulak vermekle kurtulma imkanı vardır.
O kopmaz halka, uzanacak her eli felaha taşımak için, irademizin Besmele çekmesini bekliyor.