Naipaul meselesi birçok açıdan kamplaşmaları yeniden gündeme getirdi. Daha birkaç hafta önceki Kusturica meselesinde olduğu gibi, ayrışanlar ve birleşenler yeni cepheler oluşturdular.
Naipaul'un kim olduğu, nasıl romanlar yazdığı konusundan bağımsız olarak, konuyla ilgili duruş çeşitlilikleri üzerinde durmak gerekiyor. Naipaul'u bir romancı olarak beğenir ya da beğenmeyiz; ya da onun siyasi ve entelektüel konumunu kendimize yakın bulur ya da bulmayız; ama bu duruşların birbirleriyle çatışmasını ele almak Türkiye'nin entelektüel fakirliğini anlamak için bir anahtar vazifesi görebilir.
Cihan Aktaş'ın, Naipaul'un Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun onur konuğu olarak davet edildiğini öğrenmesinden sonra, parlamentoya katılmayacağını duyurmasıyla patladı olay. Daha önce Hilmi Yavuz bu konularda çok yazı yazdı. Büyük oranda katıldığım yazılarında Hilmi Yavuz, Naipaul gibi kimi "yumurta kabuğundan çıkmış kabuğuna hacet eylemiş" tipi yazarların, Nobel dahil büyük ödülleri tam da bu duruşları yüzünden kazandığını ifade ediyordu bu yazılarında. Bir Naipaul "uzmanı" değilim; olmak gibi bir niyetim de yok. Yıllar önce "Among the Believers" kitabını elime almış, bitiremeden bırakmıştım. Benim yazarım değildi. Fazlaca oryantalist ve fazlaca mesaj bağımlısı bir yazar izlenimi vermişti. Ruhsuzdu, kalpsizdi ve romancının ruhsuz olanını sevmiyordum! Onunla karşılaştırıldığında "Geceyarısı Çocukları" gibi önemli bir roman yazmış ve politik duruş açısından Naipaul ile yakın bir yerde değerlendirilebilecek olan Salman Rushdie bile daha büyük romancıydı benim gözümde.
Cihan Aktaş'ın parlamentoya katılmaması çeşitli biçimlerde tartışmaları doğurdu. Ancak benim için en dikkat çekici olan ve kendilerini oturttukları şablona "yakışan" duruş, "Aydınlamacı Kürtçüler" olarak adlandırdığım kişilerle ""Aydınlanmacı solcular" olarak adlandırdığım kesimin tepkileri oldu. Kusturica meselesinde, İsrail'in Gazze'ye ve Batı Şeria'ya uyguladığı zulümlerde, Bosna katliamlarında vs. hep aynı kişiler, aynı şekillerde "tepkilere tepkiler" vermişlerdi.
Bu tepkilerin ana unsuru, protestoları, bir indirgemecilikle faşizanlık olarak tanımlamalarıydı. Bosna'daki soykırım ve tecavüzlere yönelik alay edici ve onaylayıcı tutum serdeden Kusturica'yı vicdanî bir duruşla protesto mu ettiniz; hemen yaftacıbaşılar iş başına geçer. Ne AKP yandaşlığınız, ne faşistliğiniz, ne de milliyetçiliğiniz eksik kalır. Çünkü protesto denen zanaat sadece "protestonun kitabını yazan solculara" ve ezeli ve ebedî mazlum olan Yahudi milliyetçileriyle ortak bir minvalde hareket eden Kürt milliyetçilerine aittir. Eğer protesto ederken bu kimlikleri taşımıyorsanız vay halinize! Önce "Müslümanlar söz konusu olduğunda çığırtkanlık yapan ama başkalarının ezilmesinde susan" insanlar olarak yaftalanırsınız; aksini bin defa göstermiş olsanız dahi... Sonra yavaş yavaş linç kampanyası başlar. Hiç olmadığınız, hayatınızda belki de en zıt konumda olduğunuz yerlere yakıştırırlar sizi. Paraya, mala mülke zerre önem vermeyen bir insanken, birden birilerinin (iktidarın?) tetikçisi yapılıverirsiniz. Kökten-aydınlanmacıların en iyi bildiği şey din ile ilgili her şeyi halı altına süpürmek, yapılamıyorsa da linç tezgâhlarından geçirmektir! Bu faşistler ancak öyle iflah olurlar çünkü!
Sudan Lideri Beşir geldiğinde bir takım "Müslüman" insanların tepki göstermemiş olması, Naipaul'u protesto edebilen Cihan Aktaş gibi yazarları da o tepki göstermeyenlerin sınıfına atıverir. Kusturica'yı eleştirenler de zaten AKP yalakasıydı! Koskoca yönetmendi Kusturica. Onun filmlerinin değerini dünya keşfetmişken biz nasıl olur da beğenmezdik! Naipual Nobel ödülü almışken nasıl olur da onun pespaye bir yazar olduğunu söylersin diyen etiket meraklılarına, edebiyat içinden de çok şey söylenebilirdi; ama bu konunun bu yazının boyutunu aşan bir yönü olduğu için şimdilik erteleyelim.
Naipaul'un protesto edilmesine ve protesto edenlere yönelik ağır ithamlar yapan, protesto edenleri hoşgörüsüzlükle, hatta faşistlikle itham eden kökten-aydınlanmacılar, mesela Kürtleri alenen aşağılayan bir Türk milliyetçisinin, benzer bir toplantıda bulunmasına, ona onur konuğu sıfatı verilmesine ne derlerdi? Yaptığı tek şey, "Naipaul'un onur konuğu olduğu yerde ben bulunmak istemiyorum" demek olan bir yazarın en tabii protesto hakkı bile elinden alınıyor. Protesto, ancak protestoyu "hak edenlerin" hakkıdır çünkü. Peygambere hakaret eden karikatürlere yönelik protestolar faşist; dükkânının önüne "buraya Yahudiler giremez" diye bir tabela asan adamı protesto edenler demokrasi havarisidir. Protesto kime ve neye karşı bir protesto olduğuna bakılarak demokratik ya da faşizan diye adlandırılır çünkü! Protestoların şekli şemalı, yöntemi aynı olsa dahi bu değişmez.
Burada birinci ya da ikinci tavrın "doğruluk değerinden" bahsetmediğim anlaşılabilir sanıyorum. Ancak özellikle liberal dünya düzeninin içindeki "şımarık muhalif çocuklar" olarak hoş görülenlerin, demokratik muhalefet hakkını sadece kendilerinde görmelerine yönelik bir eleştiridir benimkisi. Hiçbir yazar sadece Nobel aldığı için değerli olamayacağı gibi, Nobel ödülü alamamış Tolstoy (evet ilk Nobel'e yetişmiştir Tolstoy), Kafka, Proust, Woolf, Joyce gibi yazarların değeri sırf Nobel almadıkları için azalmaz. Kusturica'nın iki Altın Palmiye alması onu asla büyük yönetmen yapmadığı gibi... Naipaul'u ya da bir başkasını beğenmeme, eleştirme, davet edildiği yeri protesto etme ve katılmama hakkı, ancak şımarık çocuklardan olan "Green Peace" gibi kurumlar tarafından yapıldığı zaman mı vardır? Bir Kürtçü, Kürtleri aşağılayan bir adamın katıldığı toplantıyı protesto etme, boykot etme hakkına sahiptir de; bir Müslüman yapınca mı tehlikelidir bu protesto?
Açık söyleyelim; bu ülkenin -ki aslında bu dünyanın- solcusu veya aynı kıta sahanlığından çıkmış Kürt milliyetçisi, Aydınlanmanın din-linççisi zihniyetinden uzaklaşamadıkları için, Müslümanlara yönelik aşağılamalar karşısında itiraz edenlere, demokrasi havarisi kesilerek karşılık veriyorlar. Müslüman dediğin adam, liberal-modern gelenek içinde kuyruğunu sıkıştırıp oturur. Ya Naipaul gibi "modern dünyanın" baştacı ettiği bir müptezele adam muamelesi yapacaksın, ya da entelektüel camiadan dışlanacaksın! Filistinlilerin canına okunurken aynı insanların "Anti-semitizme hayır" kampanyaları ile İsrail'i eleştiren herkesi anti-semitist ilan etmeleri de bundandır. Zira şımarık çocukluk, bir Yahudi milliyetçilerinin kalesi olan İsrail'e, bir de etnik mikro-milliyetçiliklere aittir bu dünyada! Sadece onlar, muhalefetlerini, şekline cinsine dikkat etmeye gerek duymadan yapabilme ve her şeye rağmen demokrat olarak adlandırılma hakkına sahiptirler! Bu liberalizmin kendisinin içinde açtığı bir muhalefet kanalıdır ve aynı nehrin bir kolu olarak "zararsız" bir kanaldır. O kanal kendi entelektüel camiasını yetiştirmekte zorlanmaz. Naipaul ve bizim ülkemizin entelektüel camiasının büyük çoğunluğu bu tip entelektüellerdendir. Ama o kanalı zorlayan nehrin yatağına yönelik muhalefet eden birileri çıkarsa ilk yapılan şey hâkim entelektüel camiadan dışlanmaktır. Dışlanırken ne faşistliğiniz, ne cahilliğiniz, ne de bilgisizliğiniz eksik kalır!
Naipaul gelmekten vazgeçti diye karalar bağlayanlarla Kusturica döndü diye "siz İslamcı faşistler büyük bir yönetmeni kaçırdınız " diye çığıranların işgal ettiği kökten-kopyacı entelektüel dünyadan bana gına geldi artık!