Mutfakta gelişen bir şeyler

 

 

Benliğimizin bir köşesiyle ilkel doğanın nefesini duyurtan bir ev üretimi özlüyoruz, oturduğumuz yükseklikleri dağlarla yarışan sitelerde. Kadını doğayla özdeşleştirerek kültürden (ve aklın alanından) soyutlayan türde cinsiyetçi yorumlara duyduğumuz tepki bir sorgulamaya dönüşürken, plastik üretimlerin sebep olduğu çevre meselelerini daha derinden düşünmeye sevkediyor. Sanki kadının aklı kısa sayıldığı için sömürülüyor tabiat. Ve yine sanki tabiatın kucağından varlığını sökerek verili kültürel yapılara karıştıkça, kadının fıtratında da bir çözülme baş gösteriyor. Haksız sayılmayabilecek bir kaygıyla bunun aksini savunanlar da var: Kadınların doğaya yakınlığı büyük ölçüde güçsüzlüklerinin,kültürden ve doğayı tahakküm altına almanın teknolojik araçlarından dışlanmalarının bir sonucu ise, güçsüzlüğün ürünü olan bu özelliklerin olumlanması sahici bir kurtuluş alternatifi sunmayacaktır, diye yazıyor Val Plumwood.

Ormanları koruma mücadelesine kendini adamış –ve ormanda yaşayan- bir aktivist olan Plumwood kaygısını şöyle açıklıyor: Kadınları “besleyip büyütücü” olarak olumlayıp, hayat verme güçlerini, doğada özümsenmelerini onaylar şekilde öven feminist yorum, kültürü yeniden oluşturmanın alternatiflerini, birbirlerine rakip erkekleştirme ve kadınlaştırma stratejileri açısından kurgulamıyor mu acaba... *

Öte taraftan,  tabiata ihtimam gösteren bir üretim tutarlı bir cevap hakkını saklı tutar bünyesinde. Suni üretimlerin (ve suni ilişkilerin) yol açtığı kirlilik ve cinayetler yüzündendir ki kadınlar, verili kültüre ne denli dahil olurlarsa olsunlar bir yerde besleyip büyütme eğilimlerini hatırlamadan edemiyorlar. Bu eğilim, toplumsal cinsiyet klişelerinde varlığını dondurma tehlikesini göze aldıracak kadar bünyeseldir, yapısaldır; bana öyle geliyor. Üretim süreci varlığın buz tutmasına izin vermiyor olmalı. Bir yerden sonra besleme, çoğaltma, kemale erdirme niyeti sadece tabiatla yetinmeyerek, kültürü de kuşatan bir açıda gerçekleşmeye başlıyor.

Bahçeye iniyorum, genç kızlar minik köpekleri gezdirmeye çıkmışlar. Onlarınki bazen hoş bir fotoğraf sunmakla ilgili bir merak gibi algılansa da genç kızların küçük yaratıklara düşkünlüğünü anaç tabiatın göstergesi sayanlar da olur. Karşıda bir apartmanın teras katı bütünüyle bir bahçeye çevrilmiş durumda. Bahçe sahibi bunun için gerekli izinleri almış olmalı; her çatı bir bahçeyi taşıyamaz. Etrafımda evinde papağan, hamster, kaplumbağa besleyen tanıdıklarım var. Ben de beş altı yıl iki su kaplumbağasına baktım evde. Baktım, diyorum, çünkü, bakımları uzaktan sanılabileceği gibi kolay değildi. Su kaplumbağalarını mini minnacık, zümrüt yeşili iki yavruyken eve getiren kızım, onların birer biblo olmadığını anladı çok geçmeden ve bakımlarını tamamen üzerime yıktı. Çabuk mikrop kapan nazenin varlıklar su kaplumbağaları, temizliklerine dikkat edilmezse gözleri hemen iltihaplanıyor ve tedavi edilmezlerse de kör oluyorlar. Sularının belli bir ısı seviyesinde bulunması ve sürekli yenilenmesi gerekiyor.

Eve-tabiata dönüş özlemini yansıtan şarkıların bestekârı Nazan Öncel köyde yaşamaya başlamış; İstanbul’a yakın bir köyden daha ideal bir yaşama alanı olabilir mi... Hem köydesin, ayakların toprağa değiyor, hem de arabaya atladığında uygun bir süre içinde şehir merkezine ulaşabilirsin. Bir elin kitapta, diğer elin kekik kaplı bir yamaçta geziniyor.

Mutlu miniminnacık kuzular düşünün bir de, yeşyeşil tepelerde zıplayarak koşuşturuyorlar ve tavuklar düşünün, geniş bahçelerde, kene gibi zararlı mahlukları temizleyerek dolaşıyorlar. Mutlu kuzular yok artık, mutlu tavuklar da; ya da sayıca çok azlar. Karanlıkta, dar mekanlarda içeriğinden haberdar olmadığımız yemlerle gelişmeye zorlanıyor, bu yüzden de tatsız tutsuz etleri ve yumurtalarıyla cezalandırıyorlar insanları, vejeteryanları haklı çıkartarak. 

Topraktan uzaklaşan evlerde hangi canlıyı lâyık olduğu şekilde geliştirebilirsin... Kombiha mantarını bebek büyütüyormuş gibi buzdolabında saklardı Alamancı bir yakınım. Şekerli çayla beslenen mantar, alerjik hastalıklarla daha bir gönülden savaşmak için bir iyi dinlenmeli. Metala temas etmemeli. Sessiz sakin bir ortamda demlenmesi sağlanmalı.

“Anneannem Tebriz köftesi yapma konusundaki maharetiyle bilinirdi”, diye anlatıyordu arkadaşım Ferzane Devletabadi. “Köftenin hamurunu yapar ve dinlenmeye bırakırdı. Fakat sanırsınız bir cana dokunuyor öylesine yumuşak olurdu ellerinin devinimi, köfteyi yoğururken. Köfte hamuru istediği kıvama geldiğinde, yumuşak beyaz bir örtüyle kapatırdı üstünü ve serin, sessiz bir köşede dinlenmeye bırakırdı. Sonra da bizi uyarırdı:  Hamur dinleniyor,  yanında konuşmayın! Allah’ım, nasıl gülüşürdük. ‘Köftenin canı mı var anneanne?’ Vardı ona göre. Yaratılmış her şeyin şeyin canı var, cahil, sen nereden bileceksin. Suyun canı yok mu, havanın canı yok mu... Yumuşak hareketlerle yoğurursan köfteyi, o da sana lezzetlerini bağışlar. Bir zaman böyle felsefe yapardı. Sonra parmağını ağzına götürür ve susmamızı isterdi. Hamurun yanında ileri geri konuşulmayacak!”

Kadınların neolitik çağda ekerek biçerek kültürel bir devrim gerçekleştirdiğinden söz ederler antropologlar. Urumiye’de büyük bir bahçede kadınlar pekmez, salça, türlü bitkilerden şerbet  elde etmek için uğraşırlar yaz boyu. Söğüt gibi bir ağacın çiçekleri imbikten geçerek şişelere damlayacak ve sabırla ağzına kadar dolan şişeler bodrumdaki raflara dizilecek. Biri karın ağrısına iyi gelir, öteki baş ağrısına. Mide ağrısı için yemeğin ardından bir fincan içersin şahesperenden, tansiyonun düşmüşse de badeşku şerbeti uzatılır yarım bardak.

Mutfakta ise kefir vardır aylardır, sessiz sedasız, loş köşede  bir huzur bir sükunet içinde gelişiyor, çoğalıyor. Bir günü bulmadan sütün kimyasını değiştiriyor ağır uykusuyla. Süngerimsi kefir taneleri yoğurdun içinde plastik süzgece akıtılıyor ve tahta kaşıkla hafif hafif karıştırılarak süzülüyor. Eski zaman ambarlarına özgü ayran ve tereyağı kokusunu andıran bir koku yayılıyor eve bu işlem sırasında. İşte o zaman duvarlar esniyor, pencereler bir ovaya doğru genişliyor, kuzu sesleriyle, kuş cıvıltılarıyla, at kişnemeleriyle, reyhan kokusu ve erguvan rengiyle doluyor evin içi. 

*Val Plumwood, Feminizm ve Doğaya Hükmetmek, Sf. 49, 51, 54, Metis; 2004.