I- 'Mustazaflar yeryüzüne egemen olacak!" Kasas suresinin 5. ayetindeki bu değindiğim meale karşılık gelen atıf, 80'li yılların İslamcılığında büyük bir etkiye sahip olmuştu. Mustazaflar, yani zayıf düşürülmüşler, baskı ve sömürüyle dilsizleştirilmiş, reyleri hiçe sayılmış tabi yığınlar. Ayetullah Humeyni'nin ayağı çıplak yine de ekmek kavgasından önce inançları için direnen yoksulları, Marx'ın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan emekçileri...
Tayyip Erdoğan'ın 'Ayaklar baş oldu' sözü, bana bu ayet-i kerime'yi hatırlattı.
İnsanlık toplumunun gelişiminde, ayakların baş olmaya dönük hırslarının ya da bu amaca onları zorlayan baskıların ve zulümlerin büyük rolü vardır.
Erdoğan, Kasımpaşalı ve Rizeli, Siirtli Kürt kökenli bir eşi olan, bütün bu özellikleriyle de elit olarak adlandırmakta zorlanacağımız 'halkın içinden gelen' bir siyasetçi. İslamcı geçmişinde, bu hareketin izlediği çizginin aşırılıklarının ve nihayet bir denge arama çabasının önemli bir kısmını yansıtan fotoğraflar eksik değil.
İki yıl kadar önce olmalı; partisinin 8 Mart Kadınlar Günü için düzenlediği kadın kolları toplantılarından birinde Erdoğan'ın gençleri aşırılıklardan uzak durmaya çağırdığı bir konuşma yaptığını hatırlıyorum.
Şu da var ki Erdoğan, başbakanlık makamına aşırılıklara mesafe koyan bir muhafazakar siyasetçi olarak ulaşmadı.
Bunu söylerken gençlere, başbakanlık makamının benimsenmesi gereken en önemli ideal olduğunu söylemiş olmuyorum tabii ki...
Her aşırılığın insana aşkınlığın yollarını açacağını da söylemiş olmuyorum.
Hiç bir konuda aşırıya gitmemek, aşırılıklardan gelecek zararları hesaba katarak adımlarını sakınımlı atmak, hayatının her aşamasında bir satranç ustası gibi aynı anda bütün hamleleri bütün sonuçlarıyla görecek şekilde tetikte durarak kararlar almak...
Bunlar, erkenden yaşlanmış gençlerden beklenebilecek davranışlardır.
II- Dünün kültürel baş kaldırışı, bugünün geçerli bir tüketim nesnesidir.
Bugün Che'nin parkası, eski-yeni Marksist hatta tatlı su devrimcilerinin ikonu olmuş durumda.
Che Guevara'nın Motosiklet Günlükleri'ni okuduğum günlerde, bir gazetede, sanki sevimli çocuk oyuncu olma niteliğine yeni bir boyut kazandıramama gibi bir handikapla yaşamaktan muzdarip görünen İlker İnanoğlu ile yapılmış röportaja ait bir başlık gözüme ilişmişti: "Ben Che Guevara'yım."
Dönem, adları kartellerde, uluslararası şirketlerde konulan markaların dönemi zahirde. Yine de kendine bir ad bulmakta zorlanan herkes Che Guevara olmak istiyor; hedonist köşe yazarları ve reklamcılar özellikle, bir Latin Amerika müziğinin hissettirebileceği kadarıyla sınırlı da olsa, Che'yle bir şekilde yakınlık ima eden yazılar yazmaktan vazgeçmiyorlar...
Deniz Gezmiş'le şöyle bir tanışmışlıkları üzerinden senaryolar kurguluyorlar.
Che'nin direniş ruhu bir Küba restoranında, Havana purosunun havasında bulunurmuş gibi yazılar yazıyorlar.
Sanki Che motosiklet günlüklerini, bir motosiklet klübü üyesiyken tutmuş gibi mi algılanıyor ne...
Niye Che olmak istiyor, adıyla yetinemez olan bu insanlar acaba?
Her insanın derinlerinde, bu dünyada varoluşumuzun en hakiki ve anlamlı amacının yoksulların (ve mustazafların) yanında, ezilenler, zulüm görenler için dünyayı değiştirme yolunda adımlar atmak olduğu inancı, bütün bastırmalara karşılık bir şekilde yer tutmaya devam ediyor.
III- 'Nekrasov'un daima taşkın fikirleri var. Bu onun zaten varolma nedeni.'
Füruzan'ın yıllar önce İranlı yönetmen Mahmelbaf için kullandığı bir Dostoyevski kahramanı olan Nekrasov'la ilgili cümleyi, Başbakan Erdoğan'ın partisinin kadınlar kolunun yukarıda değindiğim toplantısındaki gençleri aşırılıklardan kaçınmaya çağıran açıklamalarını dinlerken hatırlamıştım.
Aşırılıklardan gelen biridir, İranlı sinema yönetmeni Mahmelbaf ve kanımca bütün filmleri de bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu aşırılıklarla dolu geçmişi hem yansıtma hem de ödünleme amacına ya da niyetine dönüktür. Şah döneminde siyasal eylemleri nedeniyle senelerce hapis yatmış bir İslamcıydı; devrimden sonra sosyal gerçekçi imgelerle yoğrulmuş 'dini sinema' idealini gerçekleştirmek amacıyla bir on yıl kadar çalıştı, sonra bu idealinden vazgeçerek mistik ve şiirsel filmlere yöneldi. Gün geldi, burkayla anılan Afganistan'ı Batılı seyircilere açan filmler yapmayı kendine iş edindi.
Açık ki bazı aşırılıkları zaman aşındırıyor, bazıları da zaman aşımına uğruyor. Erdoğan'ın siyasal çizgisindeki değişmeyle Mahmelbaf'ınki arasında bir paralellik kurulabilir. Şu var ki Mahmelbaf hâlâ 'başka türlü' aşırılıkların peşinde, filmleriyle "kapalı" Doğu'yu Batı için "açma"ya devam ediyor.
Erdoğan ise sanki artık aşırılıklara karşı ve bu nedenle en azından ismen, "yeni muhafazakar".
İslamcılıktan 'yeni muhafazakar'lığa götüren kısa yolun da aşırı bir yorumlama çabası gerektirdiği söylenebilir pekâlâ.
Aşırı olmak bazen anne-babalarımızın bize gösterdiği planlı hayat yolunu bir kenara bırakıp, şiir mısralarının peşinde gitmektir. Liberal ve muhafazakar siyaset adamlarının konuşmalarını Nazım Hikmet'li, Kemal Tahir'li, Mehmet Akif'li, Necip Fazıl'lı cümlelerle süslemesini anlamaya çalışmak da gerek; halk kitlelerini Fukuyama'lı, Huntington'lu, Keynes'li Hayek'li konuşmalar etkilemiyor. Erdoğan'ın heyecanı yüksek MTTB toplantılarının süreğinde yer alan şiirli hapis tecrübesi, kişisel macerasının çok önemli bir atlama taşını teşkil ediyor.
Yine de Erdoğan'ın uyarısının, gençlerin özellikle 70'li yıllarda sağda ve solda hadsiz hesapsız 'aşırılıklar', kolay kapılmalar ve aldanmalar yüzünden büyük bedeller ödediği bir Türkiye'de büsbütün gözardı edilemeyeceği açık. Gençler elbette kişiliklerini geliştirme sürecinde aklı başında ve seçiçi hareket etmeliler. Kendi aklına sahip olmaktır burada önemli olan, ödünç akıllarla hareket etmek yerine...
Aşırılık, bazen tutkusunu sahiplenme hali olarak soylulukla aynı şeydir. Eserleriyle tarihe tanıklık eden yazarlar ve sanatçılar, üzerine sıradanlığın güvenli kılıfı geçirilmiş hayatların, olayların ve insanların özündeki sıradışılığı araştırmayı önemsemişlerdir. Aşırıya gitmeyelim evet, ama Nekrasov'un (ya da Che'nin veya Ali Şeriati'nin) daima taşkın fikirleri yerine kendi varoluş nedenlerimizin peşine düşerek geliştirelim düşüncelerimizi ve hayatlarımızı, kendi 'aşırılık' ve 'normallik' tanımlarımızı oluşturarak, dolayısıyla bir bakıma adımızı seçmeye ve seçkinleştirmeye devam ederek yürüyelim yolumuzda.
Başbakan R. Tayyip Erdoğan'a gelince... Bır bakıma aşırı bulunan fotoğraflarında oluşan mustazaflara dönük merhametli yüz ifadesinde saklıdır, onu hâlâ politikanın içinde bir aktör olarak tutan, adını seçkin kılan ve öne çıkaran esaslı gücü.