Müslümanlar "Siyasal İslam" tanımlamasını kabul ederek sisteme katıldılar. Bu, onların dışarıdan bir tanımlanmaya maruz kalmalarına sebep oldu. Fakat sonraları tanımlama amacına ulaştı, bununla iktidar olunması yasak alana adım atma anlamına geldiğinden, tanımlama araçsallaştırıldı, sisteme katılmak veya iktidarı ele geçirmek asıl amaç mevkiine geçti. Elbette mantıksal olarak amaç karşısında amacın ikincil öneme düşürülmesi veya önemsizleştirilmesi mümkündü, Müslümanlar da buna hükmettiler ve bir anda İşrakilerin aydınlanmasına benzer "hızlı bir aydınlanma" ile "tamamen değiştikleri"ni, eski geleneksel gömleklerini üzerlerinden attıklarını ilan ettiler.
Bugün Türkiye"de Müslümanların 1969'dan bu yana yaşadıkları siyasi tecrübe ve mücadelenin gelip dayandığı nokta budur. Ve maalesef bu önemli mesele üzerinde yeterince durulmamış, bunun etraflı bir muhasebesi yapılmamıştır. Müslümanlar var güçleriyle verili iktidar aygıtı içinde önemli yerler elde etmekle uğraşmaktadırlar, hiçbir şekilde İslam'ın asli hüküm ve ideallerinin önlerine engel çıkarmasını istememektedirler.
Açık olan şu ki, bu önemli fenomenin ortaya çıkışında Siyasal İslam önemli rol oynamıştır. Siyasal İslam veya siyaset sahnesine ilk adım attıklarında İslami/İslamcı kimliki benimseyenler, filhakika merkez sağda ve merkez solda siyaset yapma imkanlarını bulamayanların siyasette kendilerine yer açan kesimlerdir. Merkez sağ, kentin yeni sakinlerine merkezde yer açmaz, ancak kapı taraflarında müstahdemliği layık görür. Merkez sol ise kapıdan bile içeri almaz. Böyle bir durumda yeni bir kimlik bulmak, yeni bir şemsiye altında toplanmaktan başka seçenek yoktur. Toplumun ana gövdesi bu durumda olduğundan veya merkez sağ ile merkez sol partiler devletin çizdiği doğrultuda-belli zümrelerin çıkarlarını temsil edip son tahlilde siyaseti devletin gücünü pekiştirme refleksiyle yürüttüklerinden İslami siyasetin bir anda değilse bile zaman içinde geniş taraftar bulması mümkündür. Nitekim Türkiye"de öyle de olmuştur. Ancak İslam"ın temel varsayımlarının merkezi siyaseti düzenlemesinden, Müslümanlığı açık veya örtük biçimde bir kimlik olarak üzerinde taşıyanlara veya kökenlerinde İslami siyaset olanlara iktidar yolunun açılması daha akıllıcadır. Her balla uğraşanın parmakları ballanır, bu yolla ve düşüncelerle iktidara gelenlerin de bir şekilde iktidarın nimetleriyle ilişkileri olacaktır.
Bugün bir miktar servet ve statü (yetki ve imtiyaz) sahibi olan Müslümanlar bal kovanına sahip oldukları zannına kapılıp yaptıkları işin meşruiyetine ve faydasına iman derecesinde inanmaktadırlar; fakat bilmiyorlar ki, sadece balla uğraştıkları için parmakları ballanmaktadır ve asıl Müslümanlar aracılığıyla sofralarına bal servisi yapılmasını isteyenler (büyük sermaye ve bürokratik azınlık) bu asli kimliğini reddetmeyi göze alan muhafazakarlara sadece parmaklarını yalama izni vermektedirler.
Bu gerçekten trajik bir durumdur. Bugünkü durumda Müslüman çevreler el değiştirmekte olan servet ve statünün tehlikeye girmemesi için önce kimliklerini süratle terk etmekte, geldikleri çizginin dışına çıkma gayretine düşmektedirler.
İslamiyet üreticiyi, işçiyi ve dürüst çalışan tüccarı över. Bu din ne çalışmaya ve üretime ne zenginliğe ve sermayenin bizzat kendisine karşıdır. Sadece İslami hükümlerin tayin ettiği meşru çerçevede kalınarak üretim yapılmasını, çalışılmasını ve ticaret yapılmasını emreder. Komisyonculuk, kamu kaynaklarının hortumlanması, haksız ihaleler, rüşvet, çıkarılmış özel kanun ve yönetmeliklerle haksız kazanç sağlama Müslümanların kendilerine yakıştırabilecekleri kazanç yolları değildir. Bunun yanında, helal ve meşru yoldan istediğiniz kadar zengin olabilirsiniz, ama bu din size kazandığınız meşru ve helal parayı istediğiniz gibi harcama, tüketme ve savurma hakkını vermemektedir.