Müslümanların modern hayatta tezahür biçimlerini medeniyetsizlikle, köylülükle eş değer görenlerin garbzede aydın kibrinden bağımsız olmadığına değinmiştik. Sebep ne olursa olsun Müslüman olmaya özel anlam yükleyen insanların sanat, estetik gibi medeniyetin tezahürü olan alanlardaki nakisaları çokça eleştirilir. Bu eleştiri, söz konusu aydın tipinin kendini ait hissettiği Batı medeniyetinin estetik algısının bir yargısı olması hasebiyle her şeyden önce farklı bir estetik kriterinin yansıması.
Ne var ki Müslüman (buna İslamcı da diyebiliriz) olarak yeryüzünde işgal ettiği yerin bilincinde olan bir insan tekinin aidiyet hissettiği medeniyetin anlam katmanlarını yaşadığımız hayata ne kadar yansıtabildiği sorusu hayati bir sorudur. Ve bu, "İslam medeniyeti canlı bir medeniyet midir?" sorusunu soran oryantalist bakışın mahkum edici sorusuna paralel bir sorudur.
Medeniyet bir din değildir. Ancak medeniyeti teşkil eden değerler sisteminin hayata, sanata, düşünceye, mimariye yansıyan ya da o değerlerden mülhem oluşturulan insan hayatının ve her tür etkinliğinin tezahürüdür; zaman ve mekana göre uygulamalarda farklılıklar olabilir.
Türkiye'de İslam medeniyet dairesinden Batı medeniyetine geçmeyi hedefleyen toplum mühendisliğinin temel hedeflerinin ve acil tedbirlerinin başında; Müslüman dünya görüşünün köye hapsedilmesi ve şehirde dönüştürülmesi vardı. Müslümanların köylülüğü (doğum yerlerinden çok değer yargılarına gönderme vardır) meselesi aslında İslam medeniyetinin küçümsenmesini hedefleyen bir tepeden bakışı, buyurgan seçkinci tavrı yansıtır.
Müslümanların siyaset alanında gösterdikleri çabanın aksine neden sanatta, mimaride, estetikte güdük kaldıkları sorusu aşağılayıcı bir retorik olarak masaya getirilir.