Müslümanlara karşı artan ırkçılık

İsviçrelilerin çoğunluğunun referandumla minare yapımının yasaklanmasına onay vermesi, Avrupa'nın aşırı sağa kaydığını, İslam ve Müslümanlara yönelik kökleşmiş düşmanlığını teyit ediyor. 

Tarafsızlığı, Avrupa'daki yüksek yaşam standartları ve ilerlemiş eğitim seviyesiyle bilinen İsviçre, İslamofobia'yı en çirkin şekliyle benimsiyorsa ve dinî hoşgörüsüzlüğün bu korkunç boyutunu gösteriyorsa işsizlik krizi ve ekonomik çöküş içindeki diğer Avrupa halklarını yabancı göçmenlere ve özellikle de Müslümanlara karşı ırkçı eğilimler ortaya koydukları zaman kınamamalıyız.

Sayıları 400 bini aşan ve ülke nüfusunun yüzde 5'ini oluşturan İsviçre'deki Müslümanlar İsviçre sosyal dokusunun temel parçası olarak görülen İsviçrelidirler. Çoğunluğu işadamı ve profesyoneldir. Yani bu kimselere mali ve ekonomik bir yük olarak bakılması mümkün değil. Gelinen nokta oldukça tehlikelidir. Özellikle de İsviçre sağ partilerinin minare inşaatının engellenmesi için sunduğu sebepler ikna edici ve hatta mantıklı değilken... Ayrıca Avrupa'nın hoşgörü ve başkalarının inançlarına ve kültürlerine saygı geleneğiyle tamamen çelişen faşist eğilimleri su yüzüne çıkarıyor.

Minareler Avrupa mimarisine estetik bir unsur ilave eden seçkin mimari bir olgu oluşturuyor ve İslam dünyasındaki mescitlerdeki benzerleri gibi ezan için kullanılmıyor. Yani rahatsızlık kaynağı olmaları mümkün değil. Genelde ezan mescidin içinde ve bazı zamanlar hoparlörler olmaksızın kısık sesle okunuyor. Oysa kiliselerin çanları dualar sırasında yüksek sesle ve İslam mescitlerinin minarelerinden çokça büyük kulelerden çalınıyor.

Konu minarenin uzunluğu veya kısalığı değil, Avrupa toplumlarında mantar gibi büyüyen ırkçılık olgusu. İslam karşıtı söylemleri Avrupa toplumlarını korkutmak için kullanan aşırılıkçı sağ partiler bu olguyu besliyor. İsviçre referandumunun sonuçlarına güçlü şekilde itiraz eden Avrupalı seslerin olduğu doğru-özellikle de Vatikan ve İsviçreli piskoposlar minare inşaatının yasaklanmasını 'inanç özgürlüğüne ağır darbe' olarak gördüler- ancak aynı tutumu Avrupa hükümetlerinin, büyük iktidar partilerinde görmediğimiz de bir gerçek.

Maalesef bazı Avrupa medya çevreleri 11 Eylül olaylarından bu yana İslam ve Müslümanlara karşı nefret ateşine körükle gitmekte büyük rol oynadı ve Müslümanları Avrupa toplumları için mücadele edilmesi gerekli terörist bir tehlike olarak tasvir etti. Müslümanlara karşı kini pohpohlayan Avrupalı faşist parti liderlerinin saygın televizyonlardan iyi muamele gördüğüne şahit olduk. Bu liderlerin başında Hollandalı Geert Wilders ve Britanya ulusal parti lideri Nick Griffiths geliyor. Griffiths BBC televizyonunun en önemli programında diğer partilerden milletvekilleri ve bakanlarla eşit düzeyde yan yana göründü.

Avrupa'da Müslümanlara düşmanlık bağlamında yükselen bu eğilim Müslümanları ve kuşaklarını Avrupa toplumlarına entegre olmayı reddetmekle suçlayan çağrılarla tamamen çelişiyor, onları kentlerin kenar semtlerindeki kapalı gettolarda tecrit edilmeye sevk ediyor ve bazı Müslüman gençleri şiddet ve terör eylemlerinde bulunmaları için seferber etmeye çalışan aşırılıklı İslami örgüt ve gruplar için kolay lokma haline getiriyor.

Bu tür bir referandumun sonuçları, Müslümanlara ve onların hoşgörülü dinlerinin inançlarına yönelik nefretin yansımaları, El Kaide gibi örgütlere verilebilecek en iyi hediyedir. Zira bu hediye daimi suretle Avrupalıları ve Amerikalıları hedef almaya yoğunlaşan El Kaide'nin söylemlerine ve propagandalarına hizmet etmektedir.


Londra'da Arapça yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi, başyazı,
 
Kaynak: Zaman