Siyaset ve statüler elde etme yoluyla bir şeylere sahip olan Müslümanların bir bölümü –ki siyaset tekelini bunlar ellerinde tutmaya çalışıyorlar ve sözde açık ya da örtük biçimde bu ülkede dindar ve mezbut hayat sürme gayretindeki kitlelerin siyasetteki haklarını savunduklarını propoganda ediyorlar-, toplumun üretici kesimleri olmadıklarından, görece servet sahibi olanlar, bu kaynağı reel ekonomide sahici üretime ve istihdama dönüştüremiyorlar, doğrudan harcama/tüketim yolunu seçiyorlar. Yani bir anda önemli bir meblağa kavuşan bir insan, hanımının altına görkemli bir jeep çekmekte, oturma ve yaşama tarzında köklü değişiklikler yapmakta, huy değiştirmekte, gözden uzak orman içlerinde milyonlarca dolarlık villalar inşa etmekte, çocuklarına eski Emevi prensleri ve zenginleri gibi –bugün elbette beş yıldızlı otellerde- ihtişamlı ve gösterişli düğünler, iftar yemekleri tertiplemektedir.
Daha acıklı olanı şu ki, hiç kimse “Ey Müslüman, gaflet seni nereye getirdi ki, -hadi farzedelim ki helal yoldan kazandın- elinde tuttuğun serveti(ni) bu tarzda harcıyorsun, dinin sana bu izni veriyor mu?” diye ona sorma cesaretini gösterememektedir. Müslümanların bir liderinin daha gençlik çağındaki oğlunun armatör (94 metre boyunda 3 milyon dolarlık gemi sahibi) olması, diğer liderinin boğazda 17 milyon dolarlık villaya sahip olması, gencecik oğlunun 100 milyarı aşan Mercedes'e binip gezmesi Müslümanları rahatsız etmemektedir. Bu dünyada kimin bu kadar kolay ve elbette emek sonucu helal şaibesiz serveti olabilir? Haksız yollardan eline önemli bir servet geçtiği ve bu serveti modernler nasıl tüketip yaşıyorlarsa, o da aynen tüketip harcamak istediği için, bu sefer önce İslam’ın modern hayatla arasında hiçbir çelişki olmadığını, bu çelişkiye işaret edenlerin “Radikal veya Siyasal İslamcı” olduğunu söylemeye başlar, böylelikle kamu kaynaklarından elde ettiği parayı harcamak için kendine sahte fetvalar bulur.
Bazıları, yanlış bir bağlamda Müslümanların veya İslam’ın modernite ile yüzleşmekte olduklarını söylerler. Ben buna İslam ile modernitenin yüzleşmesi deneyimi denebileceğini sanmıyorum. Bu süreç kuşkusuz kendisiyle birlikte bir “Protestanlaştırma”yı getirir ki, bu İslam’ın başına gelebilecek en büyük deformasyona 1993 yılında (Bilgi ve Hikmet dergisi) dikkat çekmeye çalıştık. Zaten asıl amacı siyaset yoluyla statü ve servet olanlar açısından Protestanlaşma, sonradan görmelik veya dinin dünyevileştirilip maddileştirilmesi kaygı verici bir olay değildir. Helal-haram dairesi içinde hayatını sürdürmeye ve iffetini koruma mücadelesini vermeye çalışanlar tabii ki eleştirilerini eksik etmeyeceklerdir.
Garip olan şu ki, neredeyse bütün kesimleriye –elbette iffetini ve ideallarini koruyan Müslüman grup ve cemaatleri tenzih ediyorum, hamdolsun az da olsa onlardan var ve Hadis-i şerifte müjdelendiği üzere her zaman var olacaklardır- Müslüman gruplar ve cemaatler “-Kardeşim, sen bu eleştirileri niçin yapıyorsun, gün bugündür, biz iki yüzyıldır mahrum kaldık, şimdi tam ağacın altında yer tutup heybelerimizin ağzını açtık, bırak heybelerimizi dolduralım, yoksa bu işi zaten laikler veya başkaları yapmakta” diyor, bu eleştiriler onlara rahatsızlık veriyor. Biz hak-hukuk, iffet ve namus sahibi Müslümanlar, fakir-fukaranın savunucuları insanlar onlara demeliyiz ki, “-Ey dünyanın ruhlarını istila ettiği kardeşlerimiz, siz büyük bir gaflet içindesiniz, bu yol İslami değil, heybelerinize acı meyve dolduruyorsunuz, bu size acı verecek ve Allah’ın rahmetinden kovulmanıza sebep olacaktır.”