Uluslararası İslâm Üniversitesi Malezya’nın bünyesinde, Uluslararası Müslüman Birlik Enstitüsü’nün 14-16 Ağustos tarihleri arasında organize ettiği “Çağdaş Toplumlarda Müslüman Kadının Statüsü” konulu uluslararası konferansta, dünya Müslüman kadınlarının problemlerini, aktif hayatta karşılaştıkları sıkıntıları ve bunların çözüm yollarını ele almak üzere dünyanın çok farklı coğrafyalarından akademisyenler bir araya geldi.
Üç günlük konferansın açılışını Malezya Kraliçesi Nur Zahirah yaptı. Genç ve başörtülü olan Kraliçe, hatırlayacaksınız, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçilmemesi için asparagasyon bir haberle basınımıza da konu olmuştu. Şimdi, “Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilmelidir” diyen kimi meşhur medya mensubu gazeteciler tarafından servise konmuştu bu asparagasyon haber.
Müslüman Kadının karşılaştığı sorunlar çok farklı boyutlardan ele alındı konferansta. Katılımcılar, genelde, kendi toplumlarında karşılaştıkları sorunları masaya yatırdılar. Ele alınan konulara baktığımızda inanan kadının ne kadar da büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Ama bunların önemli bir kısmı da kadın ve erkeği kuşatan müşterek sorunlardı, lâkin, kadın üzerinden ele alındı.
Ben de, “Türkiye’de Başörtüsü Yasağı Gerginliği” başlıklı bir tebliğ sundum. Başörtüsü üzerinden üretilen krizin neye tekâbül ettiğini, meselenin tarihsel arkaplanını, başörtüsünü ideolojik bir simge olarak görenlerden, sınıfsal ayrıcaklıklarını korumak için "Beyaz Türkler" tarafından laikliğe ideolojik bağlamda angaje olmuş güç merkezlerini nasıl provake edilmek üzere kullanıldığını, başörtüsünde direnen Müslüman kadının neden direndiğini, geniş halk kitlelerinin bu sorun karşısında takındığı tavrı yapılan bilimsel anketler bağlamında ele aldım.
İnançlı kadın; başörtüsü yasağının ictimai, siyasi, ekonomik, eğitim ve memuriyet hayatında ilk kurbanı. Anayasada vatandaşların tümüne verilmiş haklar, pratik hayatta toplumda çoğunluğu oluşturan başörtülü hanımdan esirgeniyor. Bu yasak, inançlı kadın üzerinden onun kocasını, çocuklarını, anne-babasını ve akrabalarını da içine alıyor.
Abdullah Gül’ün hanımının başörtüsü sebebiyle, hem de başbakanlık yapmış birisi olmasına rağmen, engellenmek istemesi, hanımı başörtülü ordu mensuplarının hiçbir yargı süreci olmadan görevlerinden uzaklaştırılmaları, halkın seçtiği Merve Kavakçı hanımefendinin kadın ve erkek diğer vekiller tarafından parlementodan zorla çıkarılması, bu yetmezmiş gibi bir de vatandaşlığının elinden alınması ve çocuklarının terörize edilmesi gibi...
Hanımları başörtülü olan memurların, akademisyenlerin fişlendiği gibi milletin seçtiği vekiller bile fişlenebiliyor bu ülkede. Özellikle de sürrealist bir korku filmi hükmündeki 28 Şubat sürecinin o cavcavlı dönemlerinde şâhit olduğumuz uygulamalar; üniversite kapılarında kurulan “ikna odaları”, milletin bölünmez bütünlüğünü riske edenler, siyasi manipülasyonlar..
Bunlar, Türkiye gerçeklerini bilmeyen insanlara, George Orwell’in “1984” romanındaki dev ekranlarla insanları tarassut eden Big Brother’ın tele gözlerini hatırlatıyor.
Konferansta ele alınan diğer sorunlarla bizim “başörtüsü yasağı” gerginliğinin ürettiği sorunları karşılaştırdığımda; “Bizler, en hakiki, en yakıcı ama aynı zamanda en sahte problemle uğraşıyoruz.” demeden edemedim.
Zira, mesele; vakada bütün acılarıyla yaşanan bir sorun olmasına bir sorun, ama, canlı hayatın normal işleyişi içinde ürettiği hakiki bir sorun değil. Laikliği dinden daha kutsal bir fenomen olarak algılayan toplumsal ideolojik bir katmanla, seçkinci sınıfsal ayrıcalıklarını korumak üzere, azınlık olmasına azınlık, lâkin, elinde tuttuğu sermaye ve medya gibi imkânlarla, Beyaz Türklerin el ele vermesiyle beraber ürettikleri sanal bir sorun...
Bu zeminde toplumsal enerjimiz toprağa veriliyor, milli birliğimiz tehdit altına sokuluyor, bu toplumun nice üretken aklı “beyin hicretine” zorlanıyor, siyasi krizlerden kurtulamıyoruz, askerlerimiz aslî görevleriyle uğraşmak yerine siyasete bir kesimin hassasiyetlerini korumak üzere müdahale ediyor ve neticede bir kısır döngü etrafında dönüp dolaşıyoruz.
Halkın yüzde 90’lara varan kahır ekseriyeti “başörtüsünü” bir sorun olarak görmüyor. Müdahalenin olmadığı toplumsal hayatta bunu çok açık müşâhade etmek de mümkün zaten.
Vehimlerle üretilen bu problem aşılmadan devlet ve toplum arasındaki gerginliği sona erdirmek mümkün değil. Ümit ediyoruz ki Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı makamına gelmesi bu gerginliği ortadan kaldırmaya aracı olsun. Ve böylece ülke rahat bir nefes alsın ve etrafımızı saran, canlı hayatın ürettiği reel sorunlarla uğraşabilelim.
Hepimiz Türkiye gemisini içindeyiz. Birinci sınıf târifeyle yolculuk yapan elit azınlığın bu gemide gedik açmasına öncelikle çoğunluk izin veremez. Bundan onlar da mutlaka zarar görür.
Aklı selim bir gün mutlaka galip gelecektir. Önemli olan daha fazla insanımızın mağdur edilmemesi, toplumun kamplara bölünmemesidir.