Muskat veya Maskat - Umman veya Oman

12-14 Nisan 2010 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Umman’ı ziyaret etti. Birkaç köşe yazarı da ona eşlik etti. AK Parti’nin iktidar olduğu sekiz yıllık dönem içinde ikinci defa resmi bir gezi için davet aldım. Kabul edip etmemekte tereddüt ettim, sonra AK Parti tecrübesine ilişkin yaptığım eleştirilerin salt ilke seviyesinde eleştiriler olduğundan kuşku duyulmasının önüne geçmek üzere daveti kabul ettim. Gezi boyunca Sayın Gül ile üç kez konuşma fırsatımız oldu. Ancak Dünya Bülteni okuyucularına asıl anlatmak istediğim, gezinin politik-ekonomik yönü değil, hakkında çok az bilgilere sahip olduğumuz Umman’la ilgili olacaktır.

Şu notu düşmekte fayda var: Türkiye genelde İslam dünyasına ve özelde Ortadoğu’ya açılırken, çok daha geniş kapsamda ve derinlikte bir bilgi ve donanıma sahip olması gerekir. Türkiye’nin bu alanda belki atması gereken ilk önemli adım, bölgeyi ve bölge insanlarını yepyeni bir perspektiften hareketle “tanıma ve anlama” sürecini başlatması olmalıdır. Arap dünyası hakkında o kadar köklü önyargılarımız var ki, kafamızdaki imaj ile gerçeklik dünyası hiçbir şekilde birbiriyle uyuşmuyor. Bunu gittiğiniz herhangi bir Arap ülkesinde kolaylıkla farkedebiliyorsunuz. Umman’ı ziyaret ettiğimiz üç günlük kısa süre zarfında bunu bir kere daha anlamış olduk:

Umman, aslında yeni bir ülke. Osmanlı’nın hakimiyeti altına girmemiş. Geçen yüzyılın başlangıcına kadar Umman dendiğinde akla birkaç denizci yerleşim birimi geliyormuş. Şimdi hayranlık verici bir başkente sahip. Bugüne kadar modern zamanlarda kurulmuş iki şehir dikkatimi çekti: Biri Cidde diğeri Maskat.

Umman Sultanlıkla yönetiliyor, ama ilkokul müfredatında “demokrasi” dersi okutuluyor. Son derece sakin insanların ülkesinde nüfuzun ağırlıklı bölümü tarihi Hariciliğin çağımızdaki fıkhi mezhebi İbadiye’ye bağlı. Bu, benim için Umman’ı bir kat daha ilginç kıldı. Nüfusun neredeyse yüzde 80’i İbadi. Şii ve Sünniler de var. Nüfusu yaklaşık 3 milyon. Kendisini ziyaret ettiğimiz Umman Sultanlığı Genel Müftüsü –teşbihte hata olmasa bizdeki Diyanet İşleri Başkanı gibi- Ahmed bin Hamed el Halili’nin verdiği bilgilere göre 10 bin yeni camii inşa edilmiş. Camiler, İslam dünyasının belli başlı havzalarında üslup ve tarz bakımından birbirinden farklı olan modeller esas alınarak tasarlanmış. Mesela bir yerde Emevi türü camii görürken, başka bir yerde Mağrip, İran veya Semerkant tarzında camii bulmanız mümkün. Sultan Kabus, 1970’te tahttan indirdiği babası adına da Türk tarzında bir camii inşa etmiş ki, İstanbul’da herhangi bir selatin camii gibi.

Maskat dünyanın en temiz ikinci şehri ilan edilmiş. Kadın erkek ilişkisi bizim İslam dünyasına atfettiklerimizden hayli farklı. Tesettürün yaygın olduğu görülüyor, başı örtülü yüzbaşı asker kadınlar veya polis amirleri de var.

Şehircilik açısından başkent Maskat’a baktığınızda hayran kalmamak elde değil. Temiz olduğu kadar huzurlu bir şehir. Mimari yapısı ve yerleşim düzeni itibariyle kavşak noktalarında bulunduğu medeniyetlerin çarpıcı bir sentezi. Fars, Arap ve Afrika sanatı, tezyinatı hemen hemen her önemli yapıda gözlenebiliyor. Gelenek ve modern pratik ihtiyaçlar arasında dikkate değer bir ilişki kurulmuş. “Sentez”den farklı bir ilişki bu, üzerinde durulmaya değer. Bu, bana eğer yeterince tefekkür kabiliyetlerini geliştirebilirlerse, Müslümanların II. Mahmut ve II. Abdülhamit’in ve dolayısıyla ANAP-Turgut Özal ve AK Parti’de somutlaşan Muhafazakar modernleşmeden farklı bir seçeneğe de sahip olabileceğimizi ilham etti.

Umman’ın şehir mimarisine, insanın gözünü okşayan yapılara bakıldığında Orta Asya’dan Afrika’ya uzanan hat üzerindeki bütün sanat birikimlerinden istifade edildiği görülüyor. Fars, Arap ve Afrika sanatı taşa ve tahtaya büyük bir özenle işlenmiş. Kesinlikle gündelik hayatın arkasında muazzam bir tefekkür-bir zihni çaba yatıyor. Ev, işyeri, kamu binaları ve genelde yerleşim birimlerinin neredeyse tümünde oturmuş bir üslup, geleneksel karakterin baskın olduğu bir çizgi söz konusu. Türkiye’de adına ‘modern’ denen şehirlerdeki kör Batı taklitçiliği ve kişiliksiz küt yapılarla –mesela TOKİ’nin sosyal konutlarıyla- mukayese edildiğinde Maskat harikulade, huzurlu ve sükunet verici bir şehir olarak ortaya çıkıyor. Yeni kurulan Maskat ve Cidde ile İstanbul’un yeni kurulan semtlerini mukayese edin, tarihi yarımada dışındaki kaosuyla İstanbul bu şehirler yanında bir gecekondu hükmünde kalıyor. Düşünün muhafazakar-dindar bir partinin Büyükşehir Belediyesi, Avrupa’da ancak taşra küçük şehir ve kasabalar için geliştirilmiş “Avrupa Kültür Başkenti” yaftasını İstanbul için kolaylıkla kabul etti, bununla da hepimizin gurur duymamızı istedi. İmparatorluk bakiyesi olan bir ülke için yürekler acısı bir tablo bu.

Oryantalizm ve Batı medyasının resmettikleri dışından bakılabildiğinde İslam coğrafyası kendi içinde barışık. Dış müdahale ve provokasyonlar, baskıcı otokrat rejimler ve bir türlü sağlanmayan gelir adaletsizliği bölgeyi iç kargaşa ve dış müdahalelere açık hale getiriyor.

Karşılıklı olarak birbirimize ihtiyacımız  olduğu kadar, birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. İlk yapmamız gereken bakış açımızı değiştirebilmemiz. Mesela, Umman’ın başkenti bunun en trajik-komik örneği. Başkentin asıl ismi “Maskat”. İngilizler, tam da bu telaffuzu yapmak için “Muskat” yazar. Biz de Arapça orijinal yazılış yerine İngilizce yazılışı esas alıp yanlış telaffuz ediyoruz. Ummanlılara “Muskat” dediğimizde, kibarca ve tebessüm ederek bize şehirlerinin “Maskat” olduğunu hatırlatıyorlar. Muskat anlamsız bir sözcük. Maskat ise ism-i mekan olup, dağlardan daha düşük ve basık bir yere insanların gelip yerleştiği yer demektir. Belki önce işe “Muskat”ı bırakıp “Maskat” demekle işe başlayabiliriz, diyecek oldum, baktım ki, diğer yazarlar ve resmi heyettekiler “Umman”ı da “Oman” olarak değiştirmişler.