Münzel Şeriat ve hukuk bilinci

İslamiyet'e dahil olmuş bütün toplumlarda, Münzel Şeriat dolayısıyla Batı'da hep eksik kalmış bulunan 'hukuk devleti veya hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim' fikri daima varolmuştur. Şeriat fikri bizim toplumların Batı'dakilerine göre rüçhaniyetimiz, avantajlı tarafımızdır. Denebilir ki, Batı'nın tarihinde haklar, özgürlükler ve hukuk alanında süren mücadelenin tamamının özeti, toplumun kendine sabit ilke ve hükümleri olan ve yöneticilerin, kralların, kısaca devletin üstünde olan bir Şeriat arayışıdır.

Bu, elbette bizde yöneticilerin her zaman Şeriat'e harfiyen riayet ettikleri, hiç zulmetmedikleri anlamına gelmez, ancak zulüm ve keyfi yönetimleri "Şeriat'e rağmen" olduğundan, onlara başkaldıranlar Batı'daki köylü veya işçi sınıflarının isyanlarında müşahede ettiğimiz üzere 'özgürlük' talebinde değil, adalet talebinde bulunmuşlardır. Batı'da sınıflar birbirlerini temel haklarından yoksun bırakarak bir tür tutsak haline getirirler, bizde ise Şeriat buna izin vermez, ama yöneticiler Şeriat'ı ihlal ederek yöneticilere (teb'a) zulmederler; zulmü ortadan kaldıracak olan şey elbette adalettir.

İslam toplumlarında son derece köklü bir hukuk bilincine göre adaletin tesisi Şeriat'e riayetten geçer. Çünkü mülkün esası adalettir, adalet her hak sahibinin hakkını almasıdır ki, bunu da şu veya bu zümreye iltimas etmeyen Münzel Şeriat temin ve tesis eder. Münzel Şeriat, Allah tarafından masum, emin ve fetanet sahibi bir peygambere Cebrail aleyhisselam tarafından "indirilmiş"tir, bu yüzden ana çerçevesi, temel hükümleri yöneticiler tarafından vaz'edilmemiş, "indirilmiş"tir, yani "münzel"dir. Şeriat'ın sahibi hiçbir yöneticinin, zümre veya sınıfın tarafını tutmaz, iltimas etmez, kayırmaz, adaletsizlik yapmaz, O'nun ve Elçisi'nin vaz'ettiği hükümler adaleti tesis etme maksadına matuftur. Bu yüzden "Şeriat'ın kestiği parmak acımaz" denmiştir. Yine "meşruiyet"in ahlaki ve hukuki zemini "Şeriat'e uygunluk"tur; yani "gayrı meşru" demek "Şeriat'e aykırı" demektir. 31 Mart ayaklanmasına katılan Hıristiyan ve Yahudi teb'anın da "Şeriat isterüz" diye bağırması, "Hukuk isteriz, hukuk uygulansın" talebinin dile getirilmesiydi.

Hukuk ve ahlakın besleyici kaynağı durumundaki Münzel Şeriat, aynı zamanda Fas'tan Cava adalarına kadar yaşayan Müslüman toplumlar arasında ortak paydaların, söz konusu soysa ve kültürel paydaların belli ve benzer bir çerçevenin içinde neşvü nema bulmasını sağlayan en önemli amildir. Bu olağanüstü düzeyde beşerin muteber örf ve geleneksel hayatında gerçekleşen muazzam bir hadisedir, buna 'mucize' gözüyle bakılsa yeridir. Bu hadiseyi yanlış okumaya meyilli Batılıların "İslamiyet" ortak paydasında topladıkları "Doğu-İslam" toplumlarını 'birbirinin kopyası ve tekrarı şeklinde' yargılamaları onların oryantalist bakışlarının bir ürünüdür. Tabii ki İslam toplumlarının tarihsel gelişme seyirlerinde önemli sayılabilecek farklılıklar vardır. Fakat en azından İslam dünyasının neredeyse tamamında İslam fıkhının ana çerçevesi itibariyle her toplumda aynı olduğunu söyleyebiliriz ki, bu birbirinden tarihsel, etnik, coğrafi ve maddi-sosyal bakımdan hayli farklı toplumların ortak ana zeminde vücud bulduklarını göstermektedir. Mesela Fas'ta da faiz, zina ve içki yasaktır, Endonezya, Kırım, Bosna ve Yemen'de de.

Montesquieu'dan Karl Marx'a kadar nice Batılı İslam'ın bu toplumlar üzerindeki domine edici etkisini yeterince fark edemediklerinden, kendilerine göre açıklayıcı sayılabilecek kavramlar geliştirmişlerdir. 'Doğu despotizm'i bunlardan biridir. Doğu despotizmi, Batılıların İslam tarihine ve tarihteki İslam devletlerine tuttukları bir projeksiyondur; bütün olumsuz ve eleştiriye açık yapılarına ve hukuk ihlallerine rağmen Doğu-İslam devletlerini Batılı muasırlarından ayıran ana özellik, mutlakiyetçi olmamaları; ruhu gibi cismi de kutsiyet halesine büründürülmüş monarkların ve monarşilerin bulunmamasıdır. Bunu da sadece Münzel Şeriat'e borçluyuz.

Yine Batı ile İslam Doğu arasında en temel farklı noktalardan biri toprak üzerinde feodalitenin olmamasıdır. Feodaliteyi, yani toprak üzerinde derebeylik sistemini kaldıran İslam'dan başkası değildir, bunun da tarihi Hz. Ömer'in Sasanilerin tarihteki varlıklarına son verdiği Kadisiye Savaşı'ına kadar iner. Derebeyliğin ortadan kaldırılmasını sağlayan ana etmen de yine Şeriat'tır.

Doğu'da ve Batı'da aynı suç fiillerine rastlanması, toplumların özcü yaklaşımla farklı olduklarının kanıtı değildir. Beşeri hayatın sürdüğü bütün havzalarda benzerlikler müşahede edilir, bu son derece tabiidir. Zaman içinde suç algılarında ve tanımlarında birtakım temel değişiklikler gözlenebilir. Önemli olan suç fiilinin evrensel olarak daima "suç" olarak görülmesi ve cezalandırılmasıdır.

Sıradan bir Müslümanın bilincinde suç fiilinin iki kutbu vardır ki, bunu en iyi ifade eden 'cürüm'dür. Cürüm görülen bir fiilin dünyevi tarafı suç, uhrevi/manevi tarafı günahtır. Bu, başka kültürlerde din, hukuk ve ahlak arasındaki kategorik ayrımını ortadan kaldırır. Mesela zina suçtur, ama aynı zamanda toplumsal hayatın temel yapı taşını, aileyi ve neslin devamını çökerten büyük bir cürümdür. Bugün Batı telakkisinde zina suç olmaktan çıkmıştır. İslam dünyasında ise, insanların dinlerine olan bağlılıkları devam ettiği müddetçe nikahsız beraberlikler zina sayılacak ve zina cezayı gerektiren suç muamelesi görmeye devam kabul edecektir ki, bunu ancak insanların üstünden neş'et eden bir hukukun, yani Münzel Şeriat'ın varlığına borçluyuz.