Müslüman açık, belirgin tavra sahip olma durumundadır. Mensup olduğu kaynaklar onu bu tavra icbar eder. Yeryüzündeki misyonu olarak, ilk Müslümandan günümüze değişmeyen bir eksenle adaleti ikame etme, zulme engel olma görevini deruhte etme durumundadır.
Peygamberler tarihine bakıldığında açıkça görülen durum, şımarık elitlerin, güç odaklarının düzenlerinin devamı için elçilere savaş açmalarıdır. Peygamberler ve ona tabi olan müminler, Hak ve adalet mücadelesinde canları pahasına bu zulüm odaklarına karşı mücadele vermişlerdir. Zulme karşı, iyilikten yana tavır, çağlar boyunca süren mücadeleyle adeta Müslümanların şiarı olmuştur.
Günümüze gelindiğinde durumun farklılık gösterdiği görülüyor. Zulüm ve adalet dengesine izafiyetin karıştığı görülüyor. Düyayı sömüren zalim güçlerle işbirliği içinde olmak, yöntem olarak ele alınıyor. Temel ilke anlaşılması gayri mümkün yorumla devreye konuyor. Adeta dünyevi hesapların geçerliliği onaylanıyor ve tezgaha.
İslamın güç telakisi ile batılınki arasında temelden farklılık sözkonusudur. Adalet için çıkılan savaşlara baktığımızda pek çok kere orantı kabul etmez fiziki farklılıklar olmasına rağmen,zaferlerin kazanıldığı malumdur. Bu konumda daha başta, çok yönlü mücadeleye ve yenilgiyle sonuçlanan savaşlar dahi inananlar için zaferdir. Gazilik, şehidlik, mal ve canla Allah (cc) yolunda olmak Müslümanlar için kulluk için önemli fırsatlardır.
Bu durum dünyevi hesapların, inkarcı zihnin algılayacağı durum değildir. Ancak müminlere ne oluyor da postmodern algının izafi sihrine bel bağlamayı yeğliyorlar. Bu illüzyona karşı Hz. Musa’nın asasının açtığı yolda yürümeli değil miydiler?
Burada elbette her konumda değirmenlerle savaştan bahsetmiyoruz. Sebepler, şartlar, mücadelenin bütün elverişli yöntemlerinin denenmesi sonucunda, her şeyden önemlisi meşru nedenler neticesinde savaş kararı alınır. Zulümle savaş kararı bile böylesi zor şartlarda alınırken, kendi aralarında süren savaşların, komplo ve darbe girişimlerinin izahı nasıl yapılabilir.
Zulmün bulaşıcı olduğu ve Müslümanın zulüm karşısında tarafsız olamayacağı ikazına muhatabız. Bununla birlikte tarafsız bir yerin, bir tutumun olmadığı da gelen ikazlar arasında.
Taraf şuuru olmadan kulluk bilincine ulaşılamaz.
Kimi insanların tarafsızlık lüksüne sarılmaya kalkarak, bir nevi tarafsız bölgeden hüküm vermeleri de inançlı bir insan için meşru olamaz.
Müminlere noterlik görevi verildiği hiç bir kaynakta yer almıyor.
“Kitap” iki taraftan bilgi verir. Kendi taraftarlarının ve şeytana uyanların özelliklerinden haber verir ve neticede biri aydınlığa, diğeri karanlığa tercihleri ve eylemleri sonu ulaşanlardan bahseder. Verilen bütün bilgiler, müminlerin kendilerini kontrol etmeleri adına hayati derecede önem taşımaktadır. İki hizip açısından neticede karanlık ve aydınlık kadar fark ortaya çıkar ki, ortada yorumlanacak, tevil edilecek bir yakınlık oluşmasın.
Modern hayatın akışında fiziki yakınlık, mesafeleri istediği kadar küçültsün, Kur’an’ın ortaya koyduğu açıklık dikkatle korunmalı..
Yaşadığımız sorunun kaynağında iletişimin ayartıcı akışıyla bu mesafenin kapanmasının büyük etkisi söz konusudur.
Bu mesafe, mümin için, doğru yolda olup olma kontrolü sağlayan bir imkandır. Taraf bilinci duyarlılık imkanı verir.
Taraf bilinci ayrıcalık, sınıf farkı oluşturmaz, aksine mümine sorumluluk yükler. Ve taraf olmak her olayda ve fikirde, hesabı verilebilir bir tavrı gerekli kılar. Buradan da birbirlerinin dostları olan müminler ortaya çıkar;
"Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler..." ( Fetih – 29)