90'lı yılların başı, Almanya'da yabancılarla ilgili problemlerin arttığı ve yabancılara karşı ve bilhassa iki Almanya'nın birleşmesinden sonra Türklere karşı saldırıların arttığı zirveye ulaştığı dönemlerdi. Önce Mölln ardından Solingen kentlerinde, Türklerin oturduğu evler kundaklanarak yakılmış ve vatandaşlarımızın canlarına kıyılmıştı. Olayların failleri mevcut yasalar çerçevesinde en yüksek cezaları almışlardı. Almanya'nın her iki şehri de, isimlerini bu olaylarla tüm Dünya'ya duyurmuşlardı.
1998 yılındaki hükümet değişikliğinden sonra SPD ile birlikte iktidara gelen Yeşillerin öncülüğünde, uzun zamandır dile getirilen ve iktidarda iken uygulamaya çalışılan, çok kültürlü, çok dinli, hatta çok dilli bir toplumdan bahsedilmeye başlandı. Yıllardır, Almanya'da yaşayıp Almanca'yı öğrenmeyen, öğrenmek istemeyenlere karşı, devlet veya belediyeler Almanca yerine, bu insanlara ana dilleri ile hitap etmeye başladı.
Köşedeki Türk dönercisinden ayaküstü öğlen yemeğinde yenilen, kuzu veya dana etinden yapılan ekmek arası döner, dönerin orada satışa sunulması, Akdeniz meyveleri ve sebzeleri satan marketlerin varlığı, Alman kültürü yanında değişik kültürlerin varlığını kabul etme ve buna müsamaha gösterme, multi-kulti denilen, çok kültürlü toplum modelini savunma moda haline geldi. Bu toplum modelini savunma amacıyla ortak çalışma grupları kuruldu. Festivaller, organizasyonlar yapıldı. Hatta İsrail'de 1999 yılında yapılan şarkı yarışmasında multi-kulti kavramı altında, Alman ve Türkler den oluşan bir grupla Almanya temsil dahi edildi. Bütün bunlara rağmen, Almanya'da yaşayan, Avrupa'da yaşayan yabancıların ve daha da önemlisi bir İslam ülkesinden gelen göçmenlerin sorunları hasıraltı edildi. Bu güne kadar, bir Hıristiyan ülkesinde, Müslüman olarak taviz vermeden nasıl yaşanır? sorusuna bir türlü kendilerini muhatap kabul etmeyen biz Müslümanlarda 11 Eylül 2001 sonrası darmadağın oluverdik. Sayı olarak, önemli miktara ulaşmış olsak bile, çok başlılığın ve organizasyonsuzluğun ve disiplinsizliğin verdiği zayıflıkla, başta ABD ve Avrupa ülkelerinde olmak üzere, haksız bir savunma durumuna sokulduk. Halen, her kafadan bir ses çıkmakta, kimse sorumluluk altına girip, durun ne oluyoruz? sorusunu sorarak, ben her şeyden önce insanım ve Müslümanım diyecek cesareti kendisinde gösterememektedir.
***
Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olay, Almanya'da yakalanan eylem hazırlığı içerisinde bulunan üç Müslüman idi. Müslüman diyorum; çünkü o şekilde tanıtıldılar. Anlatıldığına göre hedefleri, Almanya'daki Stratejik ve önemli Amerikan noktalarıydı. Yapamadılar. Eylem hazırlığı içerisinde iken, yakalandılar. Almanları ve kamuoyunu en çok şaşırtan durum ise, bu kişilerden ikisinin, Müslüman olmuş, din olarak İslam dinini seçmiş olan Almanlardan olması idi. Yani onlara göre KONVERTİT (din değiştirmiş) idiler. Olayın ayrıntılarına girmeye gerek yok. Polisin uzun zamanlı takibi, teröristlerin takip edilme kuşkusu ile sürekli ev değiştirmeleri artık işin hikâye yönü. Ancak, fotoğrafta gösterilen, yani kamuoyuna verilmeye çalışılan mesaj, Müslümanların iflah olmaz yolda olduğu ve Almanların ve Almanya'nın sürekli tehlike içerisinde yaşadığıydı.
Daha önceki değerlendirmelerimizde de belirtmiştik. Almanya'da 11 Eylül sonrası, tamamen saflar ayrılmağa başlamış, bir kesim bazen gizli, bazen açık şekilde İslam ve yabancı düşmanlığı yaparken, diğer bir kesim ise, geleneksel hukuk devleti ve özgürlükçü düşünce açısından olayı değerlendirip, yabancılara, İslam'a ve Müslümanlara destek çıkmaktadır.
Ancak, Avrupa'da İslamiyet adına eylem yapma hazırlığı içerisinde yakalanan her terörist ya da yapılan eylemler, batı toplumları içerisinde yaşayan Müslümanları daha dar alanlarda yaşamaya mahkum etmekte, toplum içerisinde her Müslümanı otomatik olarak hedef haline getirmektedir. Müslüman kuruluşlar sanki terörist eğiten birer organizasyon gibi medyada yer almaktadır. Almanya'da son hafta içerisinde yakalananların içerisinde bulunanlardan ikisinin arada bir ziyaret ettiği Ulm kentindeki bir caminin, bir terör yuvası şeklinde gösterilmesi, Almanya'da yaşayan her Müslümanı üzmüştür. Çok daha ilginci ise, yakalananlardan ikisinin ise, Alman asıllı, sonradan İslamı kendilerine din olarak seçmiş kişiler olması idi. Yakalananlar açısından, pek önemli olmasa bile, Almanya'da din olarak islamı seçen ve İslam'ı yaşamaya çalışan Almanları hedef alan karalama kampanyaları ve hatta din değiştirenlerin sicilinin tutulmasından tutunda, şüpheli sıfatıyla takip altına alınmasını dahi isteyen, ucuz çağrılar medyada oldukça geniş şekilde yer almıştır.
Yakalanan kişilerin kimlikleri ve ne işle uğraştıkları, hedefleri ortaya çıktıkça, yaşantıları ile ayrıntılar bir bir gün yüzüne çıkıyordu. Yakalananların uzun süredir Almanya içinde takip edildikleri bir yana, Almanya dışında da takip edildikleri, bu kişilerin son aylar içerisinde nereleri gezdikleri ve hangi ülkelerde bulundukları tek tek kamuoyuna aktarılıyordu. Operasyon öncesi, zaten Alman kamuoyunu günlerdir meşgul eden, terör şüphelisi kişilerin bilgisayarlarının, internet ortamında gizlice kontrol edilmesi, denetlenmesi tartışmaları yapılıyordu. Yakalanan kişilerin, belirli zamanlarda Pakistan'da bulundukları ortaya çıkınca, Almanya eyaletlerarası iç işleri bakanları konferansında, yurt dışında Kur'an Öğrenme amacıyla yapılan seyahatlerin, belirli ülkelere yapılması halinde (örnek olarak Pakistan veriliyor) bu eylemin dahi cezalandırılmasına karar verilmesi ve buna bir islami kuruluşunda destek vermesi, artık Müslümümanlara resmi yollardan yapılacak tahakkümün, hangi noktalara ulaşacağını önceden haber verir gibi...
Çok daha ilginci ise, en büyük te'lin ve kınama mesajlarından birinin Almanya Merkez Müslümanlar birliği (ZMD) tarafından yapılmış olması idi. Teröristlere müsamaha göstermeye, yapmayı düşündükleri eyleme ve masum insanların ölmesine kimse razı olmaz. Nitekim bende razı değilim. Ancak, ZMD yetkilisinin, tüm Almanya'da yaşayan Müslümanlara çağrıda bulunarak, her şüpheli faaliyetin ve ekstrem davranışların bildirilmesinin Müslümanın vazifesi olduğunu ve bu hususta güvenlik kuvvetleri ile işbirliği yapılmasını belirtmesi oldukça ilginçti. Ancak, burada ekstrem ve şüpheli davranış ve faaliyetlerin, cami cemaati açısından neler olduğunun tarifinin yapılmaması, her Müslümanı ekstremist, camilerdeki her faaliyeti de şüpheli faaliyet kapsamına sokacak derecede derinlikten ve düşünceden yoksun, acele ile yapılmış bir açıklama olarak satır aralarında kaldı.
İslam adına mal edilen, her terörist olay, ortaya çıkarılan her örgüt, maalesef Avrupa'da yaşayan her Müslümanı sanık sandalyesine oturtmaya yetmektedir. Müslümanlar, İslam'a mal edilemeye çalışılan her olay sonrası daha geri çekilmekte ve daha başka bir savunma ve suçluluk psikolojisine bürünmektedir. Müslümanlar, aynı safta namaza durdukları kapı komşusunun ekstrem ve şüpheli faaliyeti ile, ılımlı İslam denilen durum arasındaki çizgide sıkıştırılıp, adeta hareketsiz ve başıboş bir şekilde bırakılmaya çalışılmaktadır.
Artık hepimiz, gerek kendi hayatımızdan dolayı, gerek sevdiklerimizin hayatından dolayı hassas hale geldik. Hepimizin korkusu aynı. Adı ne olursa olsun, terörün her şeklinden korkar, ürker hale geldik. Aramıza fitne tohumları ekip bunlardan pay çıkarmaya çalışanlar var. Korku tohumları ekip, İslam'dan soğutmaya uzaklaştırmaya çalışanlar var. Artık her zamankinden daha uyanık olmalıyız. Artık her zamankinden daha diri, daha bilgili olmalıyız. Daha çok okumalıyız ki, fitneyi aramızdan, kalbimizden söküp atalım ve İslam dinini adına yaraşır şekliyle yaşadığımız ülkelerde temsil edelim, yaşayalım.
Hayırlı ve huzurlu Ramazanlar dileği ile.
Ramazan-ı Şerifiniz Mübarek olsun, ailelerinize huzur getirsin inşa-Allah.