Muhteşem Yüzyılda Avrupa'da Osmanlı Rüzgârı

Muhteşem Yüzyılda Avrupa’da Osmanlı Rüzgârı

Osmanlı, her anlamda altın çağını yaşadığı zirve devrinde, Batıya sadece askerî ve siyasî sahada galebe çalmakla yetinmemiş, kültür ve medeniyet sahasında da üstünlüğünü tasdik ettirmiştir. Devlet-i Âli, kendi değerleri, dinamikleri, hayat tarzı ve dünya görüşü ile hâkim bir kültür ve medeniyetin temsilcisi sıfatıyla Avrupalıların karşısında boy gösterip varlığını benimsetmiştir. Her şeye doymuşluk ve müreffehliğin hâsıl ettiği gücün, kendiyle barışık bulunmanın, kuvvet ve kabiliyetine güven duymanın dışa aksettirdiği heybet ve haysiyetin yansıması olarak Batı Âlemi’nde yaygın bir “Osmanlılaşma” akımının kök salmasına, özenti ve hayranlığa yol açmıştır.  
 
OSMANLI MODASI VE OSMANLILAŞMA AKIMI NASIL YAYGINLAŞTI?

Bahis konusu Osmanlılaşma akımı Avrupa’da sanattan mimariye, müzikten edebiyata, giyimden yemeğe kadar oldukça geniş ve rengin bir yelpazede varlığını hissettirmiş ve büyük halk kitleleri, sanat ve sosyete çevreleri, aydın ve devlet kesiminde hatırı sayılır mikyasta taraftar toplamıştır. Öyle ki, zamanla bütün Avrupa’da, Osmanlı’nın hayatı; kendine has üslubu ve rengiyle yaşama ve biçimlendirme tarzı; “Osmanlı Modası” adıyla umumileşmiş ve hatta evlerinde “Osmanlı Köşesi” bulundurmayan sosyete mensupları ayıplanır hâle gelmiştir.[1] Bu yüzden, ünlü Fransız oyun yazarı Molière (Jean-Baptiste Poquelin), 1670 yılında kaleme aldığı “Kibarlık Budalası” isimli oyununda, Paris başta olmak üzere Fransa’nın değişen çehresini eleştirmiş; kültürü, yaşantısı, konuşması, insanî ve sosyal münasebetleri ile Osmanlılara benzemeye çalışan “Türkperestleri” hicvetmiştir. [2] 18. yüzyıl Avrupa’sında, sırf Türklere özenmek için sarık sarıp, cübbe giyen, Türk usulü düğün yapan, şatolarda Türk halıları, Türk lâlesi, Türk içeceği kahve bulundurmayı adet edinen soylular ile saraylılara sıkça rastlanıyordu. Fransız elçisi Herbette o dönemden bahsederken; “Paris âdeta İstanbul mahallelerinden biri hâline geldi.” demekten kendini alamamıştır.[3]

Osmanlı’yı, Batıya tanıtan ilk resimli kitap olan “Sanctac Peregrinatones”ın, İtalyan Bernard von Breydenbach tarafından 1486’da neşredilmesiyle beraber Avrupa’da, Osmanlı kıyafetlerinin fevkalâde ilgi topladığını ve moda hâlinde rağbet gördüğünü kaynaklar belirtmektedir. 1510 yılında, VIII. Henry’ye itimadını arz etmeye gelen Essex Dükü ise, kralın pazar ayinine bir Osmanlı gibi giyinerek iştirak etmişti. Fransa Kralı II. Henry devrinde de, ülkeyi saran “bronle de malte dansı”, Osmanlı giysileriyle icra edilmiş ve bu dansı yapabilmek için Batılı zenginler Osmanlı ülkesinden kıyafetler getirtmişlerdir.[4] Özellikle 1721’de Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Paris’e elçi olarak gönderilmesi Türk modasının daha da güçlenmesini sağlamıştır. Gerek Mehmed Efendi’nin, gerekse onu 20 yıl sonra 1742’de aynı vazifeyle izleyen oğlu Said Efendi’nin ziyaretleri, götürdükleri hediyeler, giydikleri kıyafetler ve sergiledikleri davranışlar büyük ilgi uyandırmış ve Fransızların Türkleri daha yakından tanımasını sağlamıştır. Edebiyat, resim, sahne sanatları ve dekorasyon gibi alanlarda Türk temaları yaygınlaşmış, bilhassa Türk karakterlerinin yer aldığı romanlar, bale ve operalar sıklıkla görülmeye başlanmıştır. Balolarda Türk kıyafeti giymek, Türk kıyafetiyle portre yaptırmak dönemin yaygın modaları hâline gelmiştir. İşte 18. yüzyılda Fransa’da başlayan ve öteki Avrupa merkezlerine de yayılan bu Türk modasına “Turquerie” denmiştir.[5]
 
KÜLTÜR VE SANATTA OSMANLI TESİRİ VE HAYRANLIĞI

1700’lerin Fransa’sında Türk elbiseleri giyerek portre yaptırmak moda olmuştur. Mesela, Fransız sarayı soylularından Madame de Pompadur ve Madame de Burry dönemin ünlü ressamı Carle Van Loo’ya Türk elbiseli portrelerini sipariş etmişlerdir. Van Loo’nun kendisi de Türk kıyafetiyle dolaşmıştır. Avrupa’da Osmanlı furyası, İngiliz Kraliyet Sarayı’nda da kendisini güçlü bir şekilde göstermiştir. Kraliçe Charlotte, 1764’te ressam Johann Zoffany’e yaptırdığı resimde oğlu Wales Prensi George’a Roma kıyafeti giydirirken, ilerde York Dükü olacak diğer oğlu Frederick’i ise, Osmanlı Şehzadesinin kıyafetiyle kuşatmıştır. Bu tablo hâlen Buckingham Sarayı’nda sergilenmektedir.

Dönemin ünlü rokoko ressamları J.H. Fragonard, S. Watteau, J. M. Nattier, N. Lancret, M. Q. Latour Türk figürleri çizmişler, modellerine Türk elbiseleri giydirerek pek çok portre yapmışlardır. Avrupa resminde “Turquerie” akımının yayılmasında önemli rolü olan bir başka ressam da J.E. Liotard’dır. Turquerie’den oryantalizme geçişi simgeleyen İsviçreli ressam, 1738-1742 yılları arasında İstanbul’da kalıp Türkçe öğrenmiş, Türk kıyafetleri giymiş ve Türkiye’de yaptığı portrelerle ve Türk hayatını gerçekçi bir şekilde resmetmesiyle tanınmıştır. Avrupa’da “peintre turc” (Türk ressam) adıyla tanınan Liotard, Türkiye’den dönünce birçok Avrupa saraylısının da Türk kıyafeti ile portresini yapmıştır. Kontes Mary ve Maria Adalaide’yi Türk kıyafeti içinde resmettiği tablolar meşhurdur. Kısacası, 18. yüzyılda soyluların Türk kıyafetiyle tablolarını yaptırmaları vazgeçilmez bir âdet hâline gelmiştir. O dönemlerde Avrupa’da yapılan düğünlerde bile, Osmanlı izlerini görmek mümkündür. 1719’da Avusturya sarayından Maria Josepha ile evlenen Saksonya Prensi Friedrich August, düğünü için aynı boyda güçlü 315 kişiyi vazifelendirmiştir. Bu gençler ‘moustache a la Turque’ yani Türk bıyığı bırakmış ve düğünde yeniçeri kıyafeti giyip, mehter eşliğinde yürümüşlerdir. Ayrıca yemekler, hilâl şeklindeki masada yine Osmanlı kıyafetindeki hizmetliler tarafından servis edilmiştir. Osmanlı elçisinin de davetli olduğu düğünde gelin Dresden yakınlarında yine Türk eserleriyle süslenmiş bir gemiden alınmıştır.[6]

Ticarî-kültürel alışverişe verilebilecek en güzel misaller biri de “Türk halıları”dır. Osmanlı’nın saray envanterleri, 14. yüzyıldan başlayarak Batı Anadolu halılarının Fransa’ya bir lüks eşya olarak ithal edildiğini göstermektedir. Osmanlı halılarının ne ölçüde yaygınlaştığını görmek için Hans Holbein, Lorenzo Lotto, Bernardino Pinturicchio, Sebastiano del Piombo gibi 16. yüzyıl ressamlarının tablolarına bakmak yeterlidir. Alman, İtalyan ve Hollandalı usta ressamlar, desen ve renklerinin tesirinde kaldıkları Türk halılarını tablolarında sıklıkla kullanmışlardır. Hatta bu tablolarda resmedilen desenler, Osmanlı halılarının Holbein, Memling veya Lotto halısı diye sınıflandırılmasına yol açmıştır. Mesela, Pinturicchio’nun Siena’da katedral kitaplığına yaptığı freskolarda görünen halılar Holbein III diye sınıflandırılmıştır.[7]

Öte yandan Mozart, Haydn ve Beethoven gibi klasik Batı müziğinin büyük bestecilerinin de aralarında bulunduğu dünyaca ünlü pek çok sanatçı, “Mehter”in harikulâde ritimlerine ve ezgilerine eserlerinde yer vermişlerdir. Ünlü 9. Senfoninin son bölümlerinde ve Türk Marşı’nda kullanılan enstrümanlar ve ezginin, Mehterin orijinal bir savaş marşından uyarlandığı bilinmektedir. C. S. Fvart Soliman, “II ou Les Trois Sultanes” adlı komedisinde Kanuni ve Hürrem Sultan’ın muhabbetlerini ele almıştır. Rameau’nun ilk olarak 1735’te sahnelenen “Les Indes Galantes” adlı operasının, birinci perdesinde de (“Le Turc généreux”-Gönlü Yüce Türk) Türk teması işlenmiştir. Daha ilginci, İngilizlerin dünyaca meşhur şair ve tiyatro yazarı William Shakespeare, Osmanlı Şairi Fuzulü’den fazlaca etkilenmiş ve bazı şiirlerinde ondan alıntılar yapmıştır. Sahne sanatlarında Türk karakterleri ve mehter melodileri, Mozart’ın ünlü “Die Entführung aus dem Serail” (Saraydan Kız Kaçırma) operasıyla daha da yayılacaktır. Mozart’ın ayrıca “Rondo alla Turca” ve “Menuett alla Turca” besteleri ve “Gran Partita” sonatı Turquerie akımının örnekleridir. Mozart’ın dışında Beethoven “Marcia alla Turca” adlı bestesinde, Rossini ise ‘II Turco in Italia” adlı operasında Türk temasını ve melodilerini kullanmıştır.[8]

Metin And’ın şu tespitleri buraya kadar ifade ettiğimiz bilgileri doğrular ve destekler mahiyettedir: “15. Yüzyıldan başlayarak Avrupa’da Türk müziğine, tekstiline, halılarına, yaşam tarzına gösterilen ilgi giderek büyümüştür. O yüzyılların en önemli medyası, sahnelenen opera, tiyatro ve bale eserleriydi. Türkler üzerine yapılan eserler sayesinde her gece tiyatroları dolduran seyirciler, sahnede Türk giyim-kuşamını, davranışlarını, yaşayışını ve saray yaşamını canlı bir biçimde görebiliyordu. Mozart’ın ünlü ‘Saraydan Kız Kaçırma’ ve Topkapı Sarayı’nda geçen ‘Zaide’ operaları; yine Mozart’ın Topkapı Sarayı’nda geçen ve kahramanı Kanuni Sultan Süleyman olan ‘Saray Kıskançlıkları’ adlı balesi; Rossini’nin dört operası önemli örneklerdir. Avrupa başkentlerinde halkın Türk giyim-kuşamını ve müziğini tanıması için güzel fırsatlardan biri de yeni atanan Türk elçisinin görkemli bir alayla mehter müziği eşliğinde kente girişi ya da kralın sarayına kabulüydü. Bu görkemli alay, halkın üzerinde kolay kolay silinmeyen izler bırakıyordu.”[9]

And’ın da temas ettiği gibi Osmanlı elçi heyetinin ziyaretleri Avrupa’da hep büyük alâka uyandırmıştır. 1665 yılında Viyana’ya gönderilen (aralarında Evliya Çelebi’nin de yer aldığı sanılan) Kara Mehmed Ağa’nın elçilik heyetindeki Mehter takımının Viyana’da yaptığı gösteriler, bu müziğin Avrupa’da tanınmasını sağlamış ve müzik sahasında derin tesirler (Mozart’ın besteleri gibi) bırakmıştır. Dönemin ünlü oyun yazarı Molière, “Le Bourgeois Gentilhomme” adlı oyununa Türk töreni eklemiş; 1702’de sahnelenen bu temsilde Türk kıyafetinde oyuncular yer almıştır. André Campra da, “L’Europe Galante” adlı opera-balesinde bir perdeyi Türklere ayırmıştır.[10]

1669’da XIV. Louis’ye gönderilen Osmanlı elçisi Süleyman Ağa’nın ziyareti daha fazla ilgi uyandırmış; Süleyman Ağa aynı zamanda Paris’te kahve içme âdetine örnek olmuş, bu yeni âdet soylular arasında moda olmuştur. Fransa’ya yerleşen Rum ve Ermeniler, Osmanlıların kahve pişirme ve kahvehane adabını Fransızlara öğretmiştir. Pascal adında bir Ermeni’nin de Paris’te ilk kahveci dükkânını açtığı bilinmektedir. 1615 dolaylarında kahvenin Venedik’e ulaştığı ve ilk kahvehanenin 1630’da burada açıldığı rivayet edilmektedir. Avusturya ise Osmanlı ile yaptığı harplerde esir düşenlerden “Türkentrank”, yani Türk içeceği dedikleri bu “sıcak siyah suyu” duymuştur. Bu esirler arasından serbest bırakılan askerî tarihçi Graf Luigi Ferdinando Marsigli (1658-1730) “Bevanda Asiatica” adında kurduğu bir şirketle kahve ticaretine girecektir. Diğer taraftan, Paris’te entelektüel kesimin uğrak yeri olan kahvehaneler, Londra’da da yükselen burjuvaziye hitap etme özelliği kazanmıştır. Kahvehane, 18. yüzyılda Avrupa şehirlerinde sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası olacaktır.[11]
 
OSMANLI KIYAFETİ GİYEN AVRUPALI YÖNETİCİLER

Avusturya ise Osmanlı ile yaptığı harplerde düşen esirlerinden “Türkentrank”, yani Türk içeceği dedikleri bu “sıcak siyah suyu” duymuştur. Bu esirler arasından serbest bırakılan askerî tarihçi Graf Luigi Ferdinando Marsigli (1658-1730) “Bevanda Asiatica” adında kurduğu bir şirketle kahve ticaretine girecektir. Diğer taraftan, Paris’te entelektüel kesimin uğrak yeri olan kahvehaneler, Londra’da da yükselen burjuvaziye hitap etme özelliği kazanmıştır. Kahvehane, 18. yüzyılda Avrupa şehirlerinde sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası olacaktır.[12]

Diğer taraftan, 1683’teki II. Viyana Kuşatması, Osmanlı adına başarısızlıkla neticelenmiştir; ama Avusturya’da Osmanlı izleri kendini her alanda belirgin biçimde göstermiştir. Kuşatmada, Osmanlı’ya karşı teşkil edilen Haçlı ordusunun mimarı olan Alman Mareşal Markgraf Ludwig’in, savaştan sonra elde ettiği ganimetler arasında esir alınan 22 kişilik Mehteran Bölüğü de vardı ve Osmanlı’ya yönelik hasmâne tutumuna rağmen Mareşal, Rastatt’daki sarayında, kendisini ziyarete gelen resmî zevata yer yer bu mehteran bölüğüyle gösteri yapmaktan da kendini alı koyamamıştı. Osmanlı sultanlarının elbiselerini giyip dolaşması sebebiyle Almanlar, Ludwig’e “Türkenlouis” adını takmıştı. O zamandan beridir Markgraf Ludwig, hep bu lakapla anılmış ve eserlerinde daima ikinci ismini de zikretmekten çekinmemiştir.[13]

Avusturya’da mimariye ve günlük eşyalara da Türk motifleri köklü bir şekilde yerleşmiştir. Viyana’da mimar J. L. von Hildebrandt’ın tasarımını sergileyen Belvedre Sarayı’nın ucu püsküllü bir çadırla örtülmüş gibi görünen köşe kubbeleri veya ünlü J. B. F. von Erlach’ın yaptığı Karlskirche’nin minareye benzer kuleleri bu tesirin ürünleridir. 16 Mimarideki en müşahhas örnek ise Schwetzinger Sarayı’nın bahçesindeki camidir. Yapımı 1785’te tamamlanan cami, kubbesi ve minaresiyle Doğu’ya olan hayranlığı yansıtır.[14]

II. Viyana Kuşatmasında Haçlı ordularına komuta eden Lehistan (Polonya) Kralı Jan Sobieski ise, “Türkleri Avrupa’dan atmanın zamanı geldi.” sözüyle Osmanlılara karşı bayrak açıp, Avrupa’da tertiplenen “Kutsal İttifak”ın başını çekmesine rağmen, kendi zamanında “Osmanlı kıyafetlerinin en şık giysiler” olarak benimsenmesinin önüne geçememiştir. Dahası, kendisi bile Kırım’dan özel Osmanlı kıyafetleri getirmekten geri duramamıştır. Ayrıca, 1777’de Lehistan’a Osmanlı elçisi olarak tayin edilen Numan Enis Bey de, özellikle Varşovalılar üzerinde derin kültürel tesirler meydana getirmeyi başarmıştır. Sekiz ay süreyle Varşova’da kalan elçi halk tarafından çok sevilmiş ve bilhassa da “giysileri halkın büyük ilgisini çekmiştir”. O kadar ki, bu durum Varşova toplumunda “Şark-Osmanlı Modası”nın yeniden esmesine vesile olmuştur.[15]
    
HOLLANDA’DA OSMANLI İZLERİ

Biraz da Hollanda’daki Osmanlı izlerinden söz edersek; bazı Hollandalıların, bugün hâlâ boyunlarına taktıkları yarım ay biçimindeki gümüş kolyenin, yükselme dönemi hatırası olduğuna kaynaklarda rastlamaktayız. Zira bu devirde Osmanlı, kendilerini tehdit eden Katolik İspanyollara karşı Protestan Hollandalılarla ittifak yapmıştı. Kolyenin üzerinde ise, şu ilginç ibare yazıyordu: “Katolik olmaktansa Türk olmak daha iyidir!” Hollanda savaşçılarının madalyonlarından bir tanesinde de, “Türkler Papa’dan daha iyi!” sözü kayıtlıydı.[16]

1612’de Hollandalılara ticaret hakkı tanınmasıyla artan kültürel ve ekonomik temaslar sayesinde pek çok Osmanlı halısı, maden ve seramiği Hollanda’ya ulaşmış ve Osmanlı motifleri Hollanda sanatında görülmeye başlanmıştır. Bunların içinde lâle, en çok kullanılan motif olmuştur. 16. yüzyıl sonunda elçi Ogier Ghiselin de Busbecq’in (1522-1592) Viyana’ya götürdüğü soğanlardan saray görevlisi Clusius, lâle üretmeyi başarmış; Clusius’un Viyana’dan Leiden’a dönmesiyle lâle Hollanda’da yaygınlaşmıştır. Bu dönemde lâle üzerine pek çok kitap yazıldığını görmekteyiz. Elçi Busbecq yazdığı bir mektupta lâleden ‘Tulipa Turcarum’, yani ‘Türklerin Lâlesi’ diye bahsetmiştir. Kısa bir süre sonra Hollandalıların ‘tulipomania’ dedikleri lâle tutkusu, sanata da yansır ve bu çiçek, birçok Hollandalı ressamın gözde konusu hâline gelmiştir. Bu dönemde, melezlenmiş yeni çeşitlerini almak için insanların yarıştıkları lâle, bazen altın ve mücevher kadar değerli olabiliyordu. Hatta bazı lâle çeşitlerinin satıldığı fiyata Amsterdam’da bir ev dahi satın alınabiliyordu.[17]

18. ve 19. Yüzyıllarda, Osmanlı cami minaresi şeklinde kullanılan biçimler, Hollanda’daki bazı kiliselerin iç süslemelerinde taklit edilmiştir. Utrecht, Goes, Hasselt ve Dalfen’daki bazı kiliselerde bunun misalleri hâlâ görülmektedir. Giyimde ise, 18. Yüzyılın ortalarından itibaren “Turkomannie” olarak adlandırılan bir moda dalgası esmiştir. Oryantal giysisi, Şamberluk adı verilen Kaftan, ev ve sporda kullanılan Fes ise yüksek gelirli Hollandalılar arasında yayılmıştır. Kadın modasında, Osmanlı alaturka modası 18. Yüzyıl başlarında zirveye ulaşmıştır. 19. Yüzyılın sonlarında, Pazar günleri Scheveningen’de gezintiye çıkan çoğu kadın, hâlâ tülbent takmakta ve şal kullanmaktaydı. 18. Yüzyılda, Osmanlı Devleti’ndekileri numune alarak açılan kahvehaneler; Süleyman, Mustafa ya da Ahmet isimlerini taşımaktaydı. Akdeniz’deki Türk korsanların karakterleri ve maceraları da, çocuk kitaplarına yansımıştır. Bunlar arasında, satranç oynayan Türk, sihirbazlık yapan kurnaz Türk tipleri, dikkati çeken birkaç tanesidir.[18]
 
BLUE JEAN VE OSMANLI

Konuyla ilgili son olarak, dünyaca ünlü Osmanlı tarihçimiz Halil İnalcık’ın “Blue Jea’nın Osmanlı Patentli” olduğuna dair ilginç bilgi ve görüşlerine müracaat edeceğiz. İnalcık, blue jeanın ana yurdunun ABD değil, Osmanlı ülkesi olduğunu yaptığı araştırmalar neticesinde şöyle ispatlamaktadır: “15-17. Yüzyıllar arasında, Denizli ve Akhisar yöresinde, çok fazla pamuk yetişiyordu. Türk pamuğu, ince elyaf değildi. Dolayısıyla, yapılan kaba pamuklu elbiseleri, köylü ve fakir insanlar kullanırdı. Daha sonra pamuklular, Hindistan’dan gelen mavi boya (çivit) ile boyanmaya başladı. İzmir’e getirilen bu kaba mavi pamukluların ilk ihracı, 16. Yüzyılda Fransa’nın Marsilya kentine oldu. Buradan da İspanyollar, Amerika’daki kolonilerine götürüp, çiftliklerde çalışan Afrikalı zenci köleler ve Kızılderililere giydirdi.”[19]

________________________________________
[1] Mehmed Niyazi, Medeniyet Ülkesini Arıyor, İstanbul 1991, s.51.
[2] Bkz. Molière, Kibarlık Budalası, Çev: Sonat Kaya, İstanbul, 2005, Bordo Siyah Yay.
[3] İnalcık ve Günsel Renda, Osmanlı Uygarlığı, C.2, İstanbul, 2003, Kültür Bakanlığı Yay., s. 1052.
[4] Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları, 2.Kitap, İstanbul 1992, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, s.31.
[5] İnalcık, Renda, age, aynı yerler; Özlem Kumrular, “Köpekler ve Domuzlar Savaşında Kanuni’nin Batı Siyasetinin Bir İzdüşümü Olarak Türk İmajı.” Dünyada Türk İmgesi, İstanbul, 2005, Kitap Yay., s. 7, 118; Ahmet Hazar, “17-18. yy Avrupa Kültür ve Sanatında Osmanlı Tesirleri”, Sızıntı Dergisi, Aralık 2006, Sayı: 335.
[6] İnalcık, Renda, age, s.1112-1113; “Turquerie, Turkomanie, “alla turca”-Die Türkenmoden Europas.”; Hazar, agm.
[7] İnalcık, Renda, age, s.1054, 1097; Hazar, agm.
[8] Fatih Aygün, “Osmanlı Hakkında Bunları Biliyor musunuz?”, Konya Osmanlı Özel, Mart-Nisan 1999, Sayı: 24.
[9] Metin And, “Avrupa’da Türk Modası”, Skylife Dergisi, Eylül 2002, Sayı: 230, s.118-119.
[10] İnalcık, Renda, age, s.1103-1104; Hazar, agm.
[11] Tom Fürstner, “Tulpe und Kaffee- Neues aus dem Orient”, Karlsruher Türkenbeute, Badisches Landesmuseum; www.turkenbeute.de; Hazar, agm.
[12] Tom Fürstner, “Tulpe und Kaffee- Neues aus dem Orient”, Karlsruher Türkenbeute, Badisches Landesmuseum; www.turkenbeute.de; Hazar, agm.
[13] Refik, age, C.3, s.174.
[14] İnalcık, Renda, age, s.1107; “Turquerie, Turkomanie, “alla turca”-Die Türkenmoden Europas”, Karlsruher Türkenbeute; Hazar, agm.
[15] Dariusz Kolodziejczyk, Ottoman-Polish Diplomatic Relations (15th-18th Century), An Annotated Edition of’Ahdnames and Other Documents, Leiden, Boston & Köln: Brill, 2000, p.172-184; nak. http://www.polonya.org.tr/sec1-relations.html.
[16] Ali Develioğlu, Avrupa’nın İlk Laik Tüccar Cumhuriyeti Ringa Denizindeki Tutumlu Balıkçı: Hollanda Tarihi, Hollanda 1999, s.20-21; Ekrem Karadeniz, “Hollanda-Osmanlı İlişkileri”, Doğuş Dergisi, Ağustos 1999, Sayı: 7.
[17] İnalcık, Renda, age, s. 1087, 1089; Tom Fürstner.“Tulpe und Kaffee- Neues aus dem Orient.”; Hazar, agm.
[18] Develioğlu, agm, s.48-49.
[19] Refik, age, s.46. Osmanlı’nın Batı üzerindeki diğer tesirleri, Osmanlı-Batı münasebetleri ve günümüzdeki yansımaları hakkında bkz. İsmail Çolak, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, Genişletilmiş 8. Baskı, İstanbul, 2010, Nesil Yayınları; Bitmeyen Hesaplaşma: Hilal ile Haç’ın Bin Yıllık Mücadelesi, İstanbul, 2008, Nesil Yayınları.