Muhafazakârlık, değişimi, dönüşümü, inkılâbı ve değeri çürütür, yozlaştırır, içini boşaltır ve öldürür…
Muhafazakârlık her devrim ve değişim sürecinden sonra yürürlüğe sokularak oluşan değerin içini boşaltıp süründürerek değerin yok edilişini sağlayan bir durum, duruşu içeren araçtır. Muhafazakârlık, bütün ahlaki görünümüne rağmen bir ahlaksızlığı içinde taşır. La yüs’el bir konuma sahip olduğu içinde kutsallaşarak sıkı korunmaya alınır muhafazakârlık!
Muhafazakârlık; eleştirel bir duruşu kutsallığından mütevellit saygın bir duruşla boşa çıkarır. Kendisine yönelik eleştiri okları yön değiştirerek sahibini vurur! Değişim ve inkılâp kavramlarını hiç sevmez ve ciddi bir ürküntü duyar muhafazakârlık!
Bütün peygamberler, muhafazakâr bir ahlakı yok etmeye gönderilmişlerdir. Atalar dini mensubiyeti bize bir şeyleri çağrıştırması gerekmez mi? ‘Hadi atalarınız yanlış yolda iseler…’ ikazı kime yapılıyor sanıyorsunuz?
Muhafazakârlık birçok nedene bağlı olarak gelişen ve toplumun bütün atar damarlarını kendisine bağlayan güçlü bir toplum ahlakına sahip olsa da zaaf taşıyan boyutlarını da unutmamak gerekir! Erdem, onur ve adalet ilkelerini öne alan bütün ahlak isyancıları öncelikle muhafazakârlıkla hesaplaştıkları gibi en büyük direnişi de yine muhafazakârlıktan görecektir. Görece kahredici bir güce sahiptir. Ancak bu gücü, sadece geçici ve sanal bir özelliğe sahiptir. ‘Hak geldi, batıl yok oldu; zaten batıl yok olmaya mahkûmdur da!’ Kur’anî ilkesi evrensel bir ölçüdür.
Muhafazakârlığın oluşum sürecine dair edineceğimiz bilgi ve tecrübe bizim muhafazakârlığın doğasını düşünürken sağlıklı bir yaklaşım geliştirmemizi sağlayacaktır.
Muhafazakârlık iki nedenden dolayı toplumsal meşruiyet zeminini elde eder. Birincisi, muhafazakârlık; toplumsal değişimi sağlayan değerlerin düşünsel, siyasal, sosyal ve toplumsal derinliğini kaybederek oluşan güvensizliğin giderilmesi noktasında alana iner. İkincisi ise, muhafazakârlık; toplumsal öncülerin (sivil, siyasi ve bürokratik) inandıkları değerlere yönelik şüphe ve güvensizliğin baş göstermesi sonucunda düştükleri güven bunalımını aşma noktasında ve bu güven bunalımının bulundukları konumu zedelememesi için bir korunak sağlaması bağlamında devreye sokulur. Böylece toplumsal meşruiyete sahip olan değerlerin içini boşaltarak korumaya alınır. Ve böylece değerlerin ‘hayat damarları’ kopartılır.
Burada muhafazakârlığı evrensel boyutu itibarı ile değerlendirmeye alıyoruz. Bu durum bütün düşünce, felsefe ve dini inançlar için geçerlidir. Hangi düşünce, felsefi inanç veya dini inanç olursa olsun, belli bir tarihilikten sonra muhafazakârlık devreye girerek koruma refleksini oluşturur. Oluşturulan bu koruma refleksinin neye mal olacağı ise pek düşünülmez! Çünkü meydana gelen durumun sonucu oluşturulduğu için anlık ve tarihsel bir kesit ile sınırlıdır. Ama sonuçları hem geçici değil kalıcı ve hem de kısa, anlık bir kesitle sınırlı kalmayarak asırları alır…
Bu temel parametreler çerçevesinde muhafazakârlığın tarihini düşünmeye başladığımız zaman olguyu kavramaya yakın bir duruş elde ederiz. İster peygamberlerin gönderiliş nedenleri ve sağlanan değişim ile birlikte tekrar yozlaşan toplumlar, ilahi musibetler ve yeniden gönderilen peygamberlerin nedenlerini tartışalım… İster modern tarih bağlamında oluşturulan devrim ve değerler ve bu konudaki son durum ve yaklaşımları tartışmaya açarak gelinen süreci tartışalım… İster buna ilkel toplumlardan itibaren başlayan dini ve felsefi inançların tarihini tartışalım… Sonuç pek değişmeyecektir.
Bu gerçekler ışığında Türkiye tarihini ve muhafazakârlığın yerini bir kez daha yeniden düşünelim!
Siyasal olarak kendisini Muhafazakâr Demokrat olarak tanımlayan bir siyasi parti ile kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan siyasi ve sivil kadroları birlikte değerlendirelim. Sizce hangisi muhafazakâr olur! Ve muhafazakârlığın psikolojisini taşır. Kendisine muhafazakâr demokrat diye tanımlayan siyasi kadrolar; Demokrat parti ile birlikte sağ ve muhafazakâr siyaset ile tanımlandıkları halde değişim ve dönüşüm politikaları ile temayüz ederler. Kendilerine sol ve sosyal demokrat diye tanımlayanlar ise özünde hep korumacı bir mantıkla muhafazakâr bir görünüme sahip çıkmışlardır. Yani tanımlar tam tersi görünüme dönüşmüşlerdir.
Son yaşanan tarihsel kesit -27 Nisan e- bildiri- te de bu durum tartışılmaz bir şekilde kendini ortaya koymuştur.
Ak partinin kendini muhafazakâr olarak tanımlaması doğal olmadığı gibi sosyal demokrat bir siyasete inandığını söyleyenlerin muhafazakâr eylemler ortaya koyması da doğal değildir.
O zaman Türkiye de doğal olmayan bir siyasal gidişat olduğunu tartışmaya açabiliriz…
Doğal bir siyasetin önü tıkanmış iken siyasal olarak devletin ve milletin önünü açacak hamleler beklemek biraz safdillik olmaz mı?
Özü itibarı ile muhafazakârlık; değerin aktüel boyutunu engellediği için ve toplumsal, siyasal bir güdüklüğü öne çıkardığı için uzak durulması gereken siyasi bir durum/duruşu içerir.
Korkuların ve ikiyüzlülüğün psikolojik bir yansımasını içeren politik bir tutuma sahip olan muhafazakârlığın kabul edilebilir bir boyutu olamaz!
Öncelikle kendimizle yüzleşmemiz esastır! Korkularımızı terk etmeyi ve değerlerimizi münafıklığımızla kirletmemeyi öğrenmeliyiz…
Özgürlüğün bütün komplimanları ile sahaya çıkmasını ve tüm düşünce ve inanç sahiplerinin kendilerini korkmadan ifade edebilecekleri siyasi, felsefi, düşünsel ve toplumsal vasatı oluşturmalıyız ki muhafazakârlığın kirliliğinden kurtulabilelim…