İdeolojilerin gerçekte moderniteyle baş edebilmek için geliştirilmiş siyasal programlar olduklarını söyler Wallerstein. Ve devam eder: işte bu nedenle, her birinin bir özneye yahut temel siyasal aktöre ihtiyaçları vardır.. Sosyal teorinin kapsamına giren bu tartışmanın yansımaları belki çok alakasız gibi görünen bir alanda, Müslüman duyarlılığını öne çıkaran kesimlerde farklı biçimde yaşanıyor olması ilginç.
Geçen yüzyılın başlarında iyice alevlenen kaynaklara dönmek, ilerlemek, düşmanın silahıyla silahlanmak gibi tezlerle yola çıkan bugün modernist olarak nitelenen akımlara yöneltilen en büyük eleştiri, tarihsel tecrübeyi yok saymasıydı. Batının ilim ve fennini alıp ahlakını reddetmek şeklinde formüle edilen bu modernist tavır olanca anakronizmine rağmen gizli bir 'ilerlemeci tarih' tasavvuruyla da malüldü. İnsanlığın ilim ve fenle hep ileriye yani iyiye doğru gittiği ön kabulü sadece batıcı aydınlarda değil Osmanlı Müslüman aydınlarda da revaçta idi. Söz gelimi medeniyeti tek dişi kalmış canavara benzeten Mehmet Akif'in şiirlerinde de zaman zaman uc verir bu düşünce.
Bugün karşı karşıya geldiğimiz sorunlara Müslüman aydınların geliştirdiği cevaplara bakarak bir asır öncesi yaşanan tecrübenin neresinde olunduğu konusu düşünmeye değer. Sömürgeci yüzüyle tanıştığı batı uygarlığı karşısında aceleci bir çırpınışla çıkış bulmak, adeta kurtuluş reçetesi peşinde koşan dönemin İslamcı aydınların eklektik ve anakronik olmak gibi önemli kusurları vardı. Bugünden geriye bakıldığında bu tecrübenin yaşanmış olmasının önemi daha iyi anlaşılıyor.
İslam dünyasını kurtaracak formülasyonu tarihin biriktirdiği yüklerden kurtularak, kaynaklara dönerek bulan, her türden tarihsel tecrübeyi yok sayan sosyal gerçeklikleri, geleneği önemsemeyen bu romantik yaklaşım bugün aşılmış durumda. Kaynakları daha iyi anlamaya çalışırken tarihi tecrübeyi yok saymayan, toplumsal realiteyi göz önüne alan soğukkanlı yaklaşımlarla yeni arayışların gerçekleşme imkanı ortaya çıktı en azından.
Ne var ki, postmodern bir durumu yaşamaya başlayan Türkiye'de Müslümanca duruş sahibi olma çabasındaki kesimler iki zıt cephede tavır alırken ortak yöntemlere başvuruyor olmaları ilginç. Açalım: özellikle kadın bedeni üzerinden yapılan tartışmalar "modernite ile baş etmek sevdasındaki ideolojilerden" biri yani feminizm üzerinden yürütülüyor olması tam da Wallerstein'lik bir durum.. Modern dünyaya kafa tutmak adına feminizt teoriden ödünç alınmış kavramlarla, liberal bireycilikten beslenen durumalışlar söz konusu. Bu tavrın anakronizmi yüzyıl öncesinin yaklaşımından hiç de farklı değil. Tarihi birikimi, yaşadığı sosyal gerçekliği yok sayan bir aydın tavrı her kapıyı açan bir maymuncuğa dönüşüyor.
Bunun karşısında duran, moderniteyle hesaplaşmayı göze alanlarda da benzer bir anakronizm kendini gösteriyor. Feminizme yelken açan söylemin, modernliğin getirdiği çalkantının sonuçlarını görmezden gelerek kaynaklara inerek meydan okuma çabası... Biri geleneği, tarihi birikimi yok sayarak anakronizme düşüyor, diğeri bu savrulmaya yol açan hayatın gerçeklerine gözünü kapıyor. Referans sistemine başvurmada yöntem olarak her iki taraf anakronizme düşüyor.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...