Muhammed Abid el-Cabiri'nin Kur'an'a dair makalesi üzerine
Birleşik Arap Emirliklerinde yayınlanan El İttihad gazetesinde çıkan ve Al Arabiya televizyon kanalı ve bu kanala ait internet sitesinin büyük bir şevkle ve iri puntolarla yayımladığı, apaçık şekilde Kur'an-ı Kerim'in doğruluğunu ve eksiksizliğini sorgulayan, şu anda insanlar arasında bulunan Kur'an metninin sahabeler arasında bulunan metin olmadığı, bazı ayetlerin kaybolduğu, ya da silindiği veya bazılarına ekleme yapıldığı gibi son derece yakışıksız olan bu iddialar, Fas'ta ve Arap dünyasında şöhreti gittikçe azalan bir yazarın gündem yaratma çabasının ürünüdür. Arap İslam Kültür mirasına karşı daha ciddi, daha dengeli ve daha inandırıcı olan araştırmacılar bu makalenin İslam Dünyasına karşı yürütülen sistematik ve daimi saldırıların bir sonucu olarak yazıldığını rahatlıkla anlayabiliyor. Bu, sünnet kitaplarına, Peygamberin (sav) hadislerinin doğruluğuna ve dolayısıyla insanların "din" olarak kabul edebileceği olgunun geçerliliğine karşı çok ciddi yaralar açmaktadır. Ayrıca ilim ehlinin kitapları, fıkıh ve tefsir kitaplarıyla tarihte yer almış birçok büyük dini sembollerin derin yara almasına neden olmaktadır. Peygamber efendimizin sahabeleri ve Müslüman nesiller arasında hayatları kuvvet, zafer, şefkat ve iman gücü gibi üstün meziyetlerle anlatılan tarihi kişiliklere apaçık saldırı anlamına geliyor. Bu saldırılar öyle bir hal aldı ki artık bizzat Kur'an-ı Kerim'e yöneldi. Peki, bundan sonra İslam'a dair saldıracak ne kaldı? Bu saldırı olaylarının ABD'deki 11 Eylül olaylarından ve ABD yönetiminin İslam Dünyasında "modernleştirici" düşünceleri lanse etmesinden sonra eşi görülmemiş bir şekilde yaygınlaştığını görüyoruz. ABD, bu fikirleri destekleyen yazar, gazete, basın ve dini kuruluşlarının faaliyetlerini canlandırmak için milyonlarca dolarlık dev bütçeler ayırdı.
Muhammed Abid el-Cabiri Arap Kültür mirası üzerine araştırma yapan, Arapların son yıllarda tanıdığı yeni araştırmacılardan biridir. Bu araştırmacı, metinleri kesme, yapıştırma ve deyim yerindeyse bilgi uydurma, ilginç ve dikkat çekici konular üzerine çalışma hususunda uzman olan araştırmacılardan biridir. Bu tarz araştırmacılar kültür mirasında gerçeği araştırma konusunda herhangi bir zahmete girmezler. Çünkü gerçek çetindir. Bir meseleyi çözmek için ömrünün yarısını tüketmek gerekebilir. Öyle bir adam ki Allah'ın ilk peygamberinden Şeyh Muhammed Abduh'a kadar, tüm Müslümanların kültür mirası hakkında konuşmak istiyor. Kendisini ilim deryası olarak takdim etmek istiyor. Bunların çoğunu şahsen çok yakından tanıyorum. Bunların çoğuyla arkadaşlık ilişkim olduğundan burada isimlerini vermem doğru değil. Ancak El Cabiri, Adonis ve Muhammed Arkon gibilerle ilişkim ancak okuduğum kitapları vasıtasıyladır. Bunlar da "uyduran" tayfadandır. Bunlar çok yakından tanıdığım hocalarından aldıkları kırıntılarla nemalanırlar. Kültür mirasıyla ilgili yazdıkları kitapları okuyan biri kolaylıkla alıntılardaki yüzeyselliği hatta kaynak kitaplarında geçmeyen sözler ya da tutumlar hakkında açıkça iftiralar atmaktan çekinmediklerini görecektir. Hâlbuki böyle bir şey kesinlikle bulunmamaktadır. Bunu bizzat bazılarıyla ispatladım. Mesela bazı kaynak kitaplarına isnat ettikleri sözlerin aslında olmadığını hatta buna yakın bir manada olmadığını gördüm. Bunların bazılarının, kendisiyle bir din alimi ya da başka bir araştırmacı arasında geçen bir telefon konuşmasına dayanarak bir makale ya da araştırma yazdıklarını görüyoruz. Sabahleyin, araştırma konusunda kendini adeta öldürmüş bu uzmanın güveniyle makale ya da araştırmasını yazıyor. Bunların çoğu "sendromlara" veya bazı âlim ve ya düşünürlerin gece sohbetinde, bir dost ziyaretinde ya da bir akşam yemeğinde ortaya attığı iddialara dayaranak yazıyorlar. Bu tipler duydukları bu sendrom ve fikri bir hafta sonra kendi fikriymiş gibi sahiplendiğini görürüz. Sanki İslam kültür mirası arasında yaptığı gizli seyahat esnasında bir mücevher keşfetmiş gibi.
Cabiri bu tarz adamlardan biridir. Bu adamın adına birkaç hafta önce yayınlanan ve Müslüman âlim ve imamların "Kur'an bir kısmının unutulduğunu ve Kur'an'nın eksik olduğunu söylediklerini ve günümüzde bulunan Kur'an-ı Kerim'in, Hz. Muhammed'e (sav) indirilen Kur'an olmadığını iddia ettiği makalesinde rastladım. Bu adam gerçek bir ikilemle karşı karşıyadır. Bu ikilemin benzerini yazdığı birçok kitabında da yapmıştır. Sanki büyük bir âlimmiş gibi bazı araştırmacılar da onun yolunda gitmektedir.
Fakat şimdiye dek yazdıkları kitaplarda veya makalelerde yaptıkları hatalar bazı sıradan manalarda ve edebi, bilgi ya da genel kültür mirası barındıran kitaplarda oluyordu. Ancak Kur'an konusundaki araştırmalarında da "uydurmasyon" oyununa başvururlarsa o zaman gerçek bir belaya bulaşmış olur. Çünkü Kur'an İbni Hazm Endülüsi'nin "Tuku'l Hamame" (Güvercin Gerdanlığı), ya da el-İsfahani'nin "el-Ağani" kitabı veya Taberi'nin tefsir kitabı değildir. Kur'an ehli İslam'ın "kitabı"dır. Dinin kutbudur, vahiydir, harfleri kutsaldır. Dolayısıyla el-Cabiri gibi araştırmacıların diğer kaynak kitaplarına karşı yürüttükleri "uydurma", "çarpıtma", "yanıltma" gibi iddialar üzerine kurulu üslubunu Kur'an hiçbir şekilde kabul etmez. Kur'an bir kültür mirası kitabı değildir. Ancak Allah'ın kelamıdır. Ben aslında burada el-Cabiri'ye cevap vermeye çalışmıyorum. Çünkü bu son derece bayağı iş ve vakit kaybından başka işime yaramaz. Bahsettiği konular zaten yüzlerce eski usul kitaplarında var ve hatta kendi çalışmalarından daha akademik olarak duruyorlar. Bunu Tefsir ve kıraat, nasih ve mensuh gibi Kur'an ilimlerine yeni başlamış olan öğrenciler de biliyor.
Sonra el-Cabiri'nin dile getirdiği iddialar İslam'dan, kitabından ve onun resulünden nefret edenlerin stereotipileridir. Bu nefret tayfasının arasında bazı Arap Hıristiyan fanatikleri de vardır. Mısırlı göçmen bir papaz olan ve son derece fanatik olan, İslam'dan nefret eden "Zekeriya Petrus"un medya platformlarını takip eden biri el-Cabiri'nin kullandığı söz ve alıntıların aynısını bulacaktır. Belki de daha detaylısını. Ancak el-Cabiri sanki bu hikâyeleri bir akşam seansında keşfetmiştir. Bir körfez gazetesinde yayınlanan makalesi için bir "gündem yaratma" unsuru olarak görmüştür. Bence bazı âlimlerin el-Cabiri'nin söylediklerine cevap vermesi zaman kaybından başka bir şey değildir.
Ancak üzerinde durmadan ya da düşünmeden geçemeyiz. Çünkü çok dehşet verici ve etkileyicidir. Bir körfez gazetesinin Kur'an-ı Kerim ayı olan mübarek Ramazan ayında Kur'an'a hakaret eden böyle bir makaleyi yayınlaması, bir Arap gazetesinin de Kur'an-ı Kerim'e saldıran ve kötüleyen bu makaleyi takdir etmesi ve bunu yaymaya kalkışması ve en ilginci de çok büyük bir Arap uydu kanalının yüzlerce Arap Gazetesinde yayınlanan makale arasında bu makaleyi seçmesi ve internet sitesinde birinci sayfaya koyması ise daha elem vericidir. Hâlbuki el-Cabiri Kur'an ilimleri konusunda içtihatlarıyla meşhur bir şeriat âlimi değildir ki sözü ciddiye alınsın ya da bilimsel değeri olsun. Tarih konularını bile nasıl çarpıttığı ortada iken, Kur'an ilimleri ile uğraşması onun yaman cesaretini göstermiyor mu? Kur'an ilimlerinde derya olsa bile ilmi ona Allah'ın kitabına karşı böyle tehlikeli ve boş bir şeyle uğraşmasına izin vermez. Doğası gereği bilimsel olması gereken böyle konular kültür, spor, moda ve yemek programlarıyla birlikte gazete sayfalarını süslememesi lazım. Bu tür konular ancak ilim talebelerinde ve ilgili ilmi toplantılarda konuşulur. Dolayısıyla bu olanların tümü baştan sona zamanlamasıyla beraber tam bir şüphe deryasına içerisinde boğulmadır.
Allahu âlem…