Modern hayatta kadın ve cinsellik sömürüsü

 


Acaba kadının toplum hayatı içindeki yeri ne olmalıdır?
Bu soru, uzun zamandır kadınla ilgili tartışmaların merkezinde yer alıyor.
Muhafazakar dünya görüşünün benimsediği "Kadın ve annelik", "kadının aile içindeki sorumluluğu" başlıkları, modern zamanlarda daha çok eleştiri alıyor. Hatta bu düşünce "kadının eve hapsedilmesi" olarak niteleniyor.
Peki öteki düşünce ne?
Kadın daha çok sosyal hayat içinde yer almalı!
Kadın özgür olmalı!
Kadın ekonomik özgürlüğünü kazanmalı!
Herhangi bir insan için özgürlüğe kim karşı çıkabilir? Kim, herhangi bir insanın, dolayısıyla kadının toplum hayatı içinde etkin bir rol üstlenmesine itiraz edebilir?
Evet, kadın toplumu inşa misyonunda asla geri kalmamalı.
Ama asıl soru şurada ortaya çıkıyor:
Kadın gerçekten toplumu inşa misyonunda en etkin rolü nerede oynayabilir, ya da oynayabiliyor?
Kadın, öncelikle Batı toplumlarında olmak üzere uzunca bir zamandır çalışma hayatının, dolayısıyla sosyal hayatın içinde...
Bizde de, Cumhuriyet'le birlikte artan bir ölçüde sosyal hayata katılım söz konusu...
Peki durum ne?
Geleneksel hayat içindeki kadın için sorunlar yok değil, doğru. Yani aile ortamını, kadın için en üst onur düzeyine getirebilmiş değiliz. "Erkek egemen" yapı denen hadise, İslam'ın kadına sağladığı onurlu statüyü gölgeleyecek bir görüntüyü öne çıkarıyor. Ve o alanı değiştirmek için, uluslararası fonları da devreye sokan bir çalışma sürdürülüyor.
Peki, öteki alanda sorunlar bitmiş mi?
Kadının iş hayatında, toplumsal ilişkilerinin yoğunlaştığı alanlarda durum nasıl?
Bakın neler konuşuluyor o alanda:
-İş yerinde taciz konuşuluyor mesela...
-Ucuz emek konuşuluyor.
-Aile – iş arasında kalmışlığın ortaya çıkardığı psikolojik sorunlar konuşuluyor.
-Cinselliğin öne çıkması ve bunun, kadının insan olarak özgün kişiliğini gölgeliyor olması konuşuluyor.
-Anne olamamak ve yalnız yaşlanmanın getirdiği kişilik problemleri konuşuluyor.
-Ve eğitimli ailelerdeki şiddet konuşuluyor.
Özetle, modernite, kadın dünyasında ürünlerini vermeye başladı ve bu ürünler çok da sevimli değil.
Geçtiğimiz hafta, "Aile içi şiddet" konusu gündemdeydi. ve bu çerçevede "Medyada kadın olmak" konusu da tartışıldı.
Daha önce de bu konuda araştırmalar yapılmış ve medyada kadının daha çok cinsel kimliği içinde yer aldığı ve bu nitelikte olmayan kadın gerçeğine yer verilmediği sonucu çıkmıştı.
Hürriyet gazetesinin düzenlediği "medyada kadın" panelinde konuşmacılar şu hususların altını çiziyorlar:
-Kadınlar medyada deneyim ve birikimlerini erkekler kadar kullanamıyor. Çünkü kadınlar eskimiş, erkekler olgunlaşmış oluyor. Bu, gazetecilikte hiçbir sektörde olmadığı kadar acımasız.
-Ekran önünde kadın için yaş sınırı 40. Kamuoyunun sizden beklentisi güzel olmanız. Aklınız sonra geliyor.
-Medyada bir kadının selülitleri dünyanın en önemli haberi olarak veriliyor. Bunu eskiden erkek gazeteciler yapardı, şimdi kadın gazeteciler de buna alet oluyor.
Durum bu.
Yani durum ne?
Durum, kadının gazetecilik gibi bir meslek alanında bile "cinsellik" boyutu ile değerleniyor olması.
Kadın medyada hem nesne olarak bulunduğunda cinselliği ile gündeme geliyor, hem özne olarak var olduğunda cinsel niteliği değerlendirme konusu oluyor. 40 yaş sonrası, aklınızla kuş tutsanız, dili sağlıklı bile konuşamayan alımlı bir genç bayan yanında ekrana çıkma şansınız bulunmuyor.
Bunun anlamı, liyakatin değerlendirilmesi değil, cinselliğin sömürülmesi...
Karın maksimizasyonu ilkesine göre işleyen hakim sistem, her şeyi sömürüyor, bu arada kadının cinselliğini de sömürüyor.
Bu kadına bir bedel ödetiyor.
Özgürlüğe çağrılırken, bunun yanında ödenecek bedel çoğu zaman gözden kaçıyor.
Pazar günkü bir gazete, bizim gençlik yıllarımızın filmlerinde en cüretkar sahneleri oynayan bir kadın oyuncunun çığlığını veriyordu. İsmini vermeyeyim, 14 yaşında o hayata ilk adımını atan ve bugün 50 yaşın üzerinde bulunan bayan oyuncu şöyle diyordu:
"Yaşadığım hayatın bedelini ödüyorum. Benim bu halim gençlerimize ders olsun."
Ödediği bedel neydi peki?
Geride kalan perişanlık, sefalet. yalnızlık.
Şimdi o, çöp toplayıp satarak geçimini temin eden bir insan.
Yaldızlı bir hayattan geriye kalan bu.
"Benim halim gençlerimize ders olsun!"
Acaba olabilir mi?
Görüntülü, yazılı medyada, öyle bir yaldızlı hayat reklamı sürüp gidiyor ki, ergenlik çağlarında çocuklarımızın aklı başından alınıyor.
Yarışmalarda starlaştırılanların peş-peşe gelen dramları da görülüyor olmasına rağmen insanlar bu değirmende öğütülmek için koşuşturuyor.
Tüketim toplumu diyoruz ya..
İnsanları da tüketiyor bu yapı... Kadınımız erkeğimizle herkesi...
İnsanlar bir gün modaların ötesinde insani erdemin yüceltildiği bir dünyayı arayacaklardır, buna bütün kalbimle inanıyorum.