Hayatımın en acılı anlarından bir kesit olan bir büyük facianın üzerinden tam 40 yıl geçmiş..
İlk gençlik yıllarımız 1954-61 arasında müslüman Cezayir halkının 130 yıllık Fransa sömürgeciliğine karşı verdiği çetin direnişin, hepimize gurur ve şuûr veren haberleriyle geçmişti.. (Maişetini güç-belâ temin etmek için, tuğla ocaklarında çamur içinde çalışan bir köylü çocuğunu, Cezayir Müslümanları için şiirler yazıp okurken tasavvur edebilirsiniz..) Ama, Cezayir"de o şanlı direniş sonunda kazandığımız nurtopu zafer de, tıpkı Anadolu"daki kahramanca direnişimizin içerden ve yönetimi ele geçirmiş laik kadrolarca hançerlenmesi gibi, "Ahmed bin Bella ve ekibi"nce yine içerden ve aynı yöntem ile kundaklanıp, o zaferimiz üzerine de 30 yıl sürecek bir şekilde "sosyalizm" çöreklenivermişti.. Artık, "kapitalist ve komünist" emperyalizm odakları arasındaki "soğuk" ve "sıcak savaş" haberlerine, hele de Vietnam"daki çetin savaşa göre şekilleniyordu kamuoyu ve nicelerimiz, vatanlarını Amerikan emperyalizmine karşı savunan Vietnam halkına, -komünist liderlerce yönlendirildikleri için,- hınç besl(etil)iyorduk.. Ve bizlere "Hür Dünya lideri" olarak tanıtılan Amerika "büyük müttefikimiz" ve "Sovyet / komünist İstilacılığı"na karşı "koruyucu meleğimiz" idi, adetâ..
Ekim-1961"de, dünyanın neredeyse bir nükleer savaşın eşiğine geldiği "Kuba Krizi" sonrasında, USA Başkanı Kennedy"nin, Sovyet lideri Kruşçev"e, "Siz Kuba"daki füzelerinizi sökeceksiniz, ama, Türkiye"deki NATO füzelerini sökecek olan varsa, buyursun" diyerek nasıl da geri adım attırdığına dair propagandalarla afyonlanmıştık adetâ.. (O buhranın 25 yıl sonrasında, açıklanan gizli belgeler ise, Kennedy"nin, Kruşçev"e, "Türkiye"deki füzelerin artık miadını doldurduğu, iş göremez hâle geldiği"ne dair garantiler verdiğini gösteriyordu.)
400 yıl birlikte yaşadığımız ve (o gün açısından henüz 40 yıl öncelerde) emperyalizm eliyle parça parça edildiğimiz ülkelerdeki öteki halklara o kadar düşmandık ki, biz "bağımsız"dık; onlar ise, ya Batı"nın kuklalarınca veya Sovyet uşağı liderler eliyle yönetiliyordu.
Biz ise, "Hür Dünya"nın, Batı"nın gözbebeğiydik.. Batı"ya aid sayılmak, sadece laiklerin değil, kendini Müslüman bilenlerden nicelerinin bile adetâ kutsal hedefi idi..
Başbakan İsmet İnönü"nün 1963"de, Makarios"u korkutmak için, Kıbrıs üzerinde savaş uçakları uçurtmasından sonra, Amerikan Başkanı Johnson"un yazdığı ünlü tehdid mektubunun muhtevası bile açıklanmamıştı, kamuoyuna; Batı düşmanlığı oluşmaması için.. İran"da Şahlık rejimine karşı 5 Haziran 1963"de Rûhullah Khomeynî isimli bir "İslam âlimi"nin liderliğinde patlak veren ve onbinlerce insanın öldürülmesiyle bastırılan büyük "qıyâm"dan da; o hareketin lideri "molla" Khomeynî"nin, Şah Pehlevî ile İnönü arasındaki bir sözlü anlaşma ile gizlice Türkiye- Bursa"ya sürgün edildiğinden de haberimiz olmamıştı..
Hele, Mısır başta olmak üzere arab ülkelerindeki rejimleri, Amerika"ya karşı oldukları sevmiyorduk, ama, bu rejimleri derinden derine sarsmakta veya tehdid etmekte olan İslamî hareketlerden çoğumuzun haberi bile yoktu..
Mevdûdî ve Seyyîd Kutb gibi isimlerin eserleri tercüme edilip, piyasaya yavaştan yavaştan çıkmaya başlamıştı ve bunlar genç nesil üzerinde bir yeni tefekkür ve heyecan dalgası oluşturuyordu; ama, "İkhvan"ul Muslimîyn" (Müslüman Kardeşler) isimli teşkilatın -başta Prof. Seyyid Kutb olmak üzere- onbinlerce üyesinin Nâsır"ın zindanlarında tutulduğundan ve Seyyîd Kutb"un 1966 yılında idâm olunduğundan da çoğumuzun haberi olmamıştı.. "Filistin Mes"elesi" ise, çoğumuza, "O da ne?" dedirtecek kadar ilgi odağımız dışındaydı.. Ya da, dünya medyasına yansıyan bir haber olursa, bunlar Türkiye kamuoyuna, Filistin"deki "komünist ve terörist odaklar"ın eylemleri olarak sunulurdu.. Milyonlarca Filistin"linin, "silahlı siyonist haydutlar ve terör odakları"nca yerlerinden-yurtlarından sürgün edildiği ve milyonlarcasının da esaret altında yaşadığından haberimiz yoktu.. Bu konular yazıl(a)mazdı, medyada.. Yazmaya kalkışılsa, hemen hiçbir gazete bunlara yer vermezdi. (Tv., zâten yoktu) Radyo ise, bütünüyle "devlet tekeli"ndeydi..
O zamanki nüfusu itibariyle 2,5-3 milyonluk olan ve 1940"ların "İrgun, Stern" gibi ünlü terör örgütlerinin, Filistin İslam topraklarını uluslararası entrika ve hilelerle gasb edip, İsrail adında bir rejim kurmaları üzerinden henüz 20 yıl geçmekteydi ve karşısında ise, "Filistin Mes"elesi"ni bütün Müslümanların değil, sadece "arabların mes"elesi" olarak algılattıran kavmiyetçi anlayışların zebunu olan ve her birisi, Osmanlı"nın enkazı üzerinde emperyalizm tarafından oluşturulmuş yığınla Ortadoğu ülkesi vardı.. Ve onlar da siyasî istiklallerine yeni yeni kavuşuyor gibi gözüküyorlardı, ama, yönetim mekanizmalarını dolduran kadroların hemen tamamı, "emperyalizme karşı koymanın mümkün olmadığı"na inan(dırıl)mış ve bunun propagandasını yapan, asırlarca birlikte yaşamış olan Müslüman halkları ise birbirine düşman telakke eden kavmiyetçi, bölgeci, ırkçı, kabileci anlayışların zebunu olan kadrolardı..
Sefahat meclislerinin gediklisi Kral Faruk ve rejiminin 1952"deki "Hür Subaylar"larca devrilmesinden sonra, Mısır liderliğine gelip, adetâ bütün arab dünyasını sihirleyen Alb. Cemal Abdunnasr, yeni umudun da adıydı.. Kendi liderliğinden beklenen, "sionist İsrail"i haritadan silme mücadelesinin tabiî lideri sayılıyordu..
Öyle bir atmosferde, Haziran-1967 başında, İsrail rejimi ile Nâsır arasında karşılıklı tehdidlerin yükseltildiği bir yeni ihtilaf başlamış ve İsrail rejiminin Kızıldeniz"e çıkış kapısı Eliat limanı ablukaya alınmıştı. Ve, Tel-Aviv"i yerle bir edeceği söylenen "Zafer" isimli füzelerini teşhir ederek, halk kitlelerini daha bir sihirliyordu.. Arab dünyası, henüz ömrü 20 yılı bile bulmayan İsrail"in yokolduğunun kutlu haberini almak için bekleyişteydi..
Ve küçük bir ayrıntı.. İsrail rejiminde mesaî saatleri 07.45"de, arab rejimlerinde ise, 08"00"de başlıyordu. 5 Haziran sabahı, İsrail rejimi güne normal mesaî gibi başlayıp, bir "alarm"la, topyekûn bir saldırı başlattığında, arab rejimlerinin yönetim mekanizmaları, sabah mahmûrluğu içinde mesaîye henüz başlamak üzereydiler.
"6 Gün Savaşı" denilir, ama, savaş, saldırının henüz ilk saatlerinde korkunç bir yenilgiyle yitirilmişti, arab rejimlerince.. Çoğu Müslümanlar bile (Ohh olsun, pis arablara.. Bizi arkadan vururlar mı?" diye bir klasik yalanla rahatlıyorlardı.. Ben ise, -I. Dünya Savaşı"nda Filistin"de savaşmış, Muş"lu,- yaşlı bir bakkal amca ile birlikte İstanbul- Divan Yolu"ndaki dükkanında gizlice ve hınçla ağlıyordum.. Turistler ise, "Jehad (cihad)"dan ne haber?" diye nanik yapıyorlardı.. (Devamı, Cumartesi"ye inşaallah..)