‘Modern fir’avunluk’ eliyle yenilişimizin 40. yıl sonrası

"Modern fir'avunluk"lar eliyle

bir daha yenilişimizin 40.yılında.. (2)

 

(Müslüman toplumların "modern fir'avunluklar" eliyle yenilişinin/ yenilişimizin bir diğer sahifesini oluşturan Haziran-1967'deki "6 Gün Savaşı"nın 40. yılına Perşembe günü yazımda, o günlerin kuşbakışı bir panoramasını sunarak değinmiştim. Devam edelim..)

 

Evet,  5 Haziran sabahı, siyonist İsrail rejiminin, Mısır, Ürdün ve Suriye ordularının aslî karargâhlarına, askerî üss, toplanma merkezi ve havaalanları ve anayolları, köprüleri, elektrik santralları ve muhaberat merkezlerine, su kaynak ve depolarına karşı giriştiği âni bir topyekûn hava saldırısı, daha savaşın ilk saatlerinde neticeyi belirlemişti.. Suveyş Kanalı gibi önemli bir uluslararası su yolu da bombardımanla batırılan gemiler yüzünden trafiğe kapanmıştı.. Bütün bunlar, bu ülkelerin radar sistemlerinin, Amerikan "anti-radar" teknolojisiyle kilitlenmesiyle olmuştu. (Nâsır'ın Tel-Aviv"i yok edeceğinden dem vurduğu "Zafer" füzelerinin hangarlarına yapılan saldırılarda ise, nikelajlı kılıflar içindeki ağaç kütükleriyle karşılaşılacaktı!!)

 

Bir küçük ayrıntıya tekrar dikkati çekmekte fayda var.. İsrail rejiminde günlük mesaî saati 07.45"de başlarken, arab rejimlerinde 08.00"de başlıyor ve bunun farklılığın niçin böyle olduğu ve ne gibi getirilerinin olabileceği üzerinde durulmuyordu bile.. Ama, işte uzuuuun vâdeli bir planlamada böyle bir ayrıntı her şeyi etkilemiş ve arab rejimlerinde resmî personel henüz sabah mahmurluğunda işlerinin başına gelmek ve Nâsır"ın attığı tumturaklı nutuklarla biraz canlanmak isterlerken; "siyonist düşman", mesaî saatinin 15 dakikalık ve sıradan gibi gözüken bir durumu, "hasm"ını korkunç şekilde gaafil avlamak için kullanmıştı..

 

Halbuki, kuzeyde Suriye"ye, doğu"da Ürdün"e ve güney ve güneybatı"da  Mısır"a, toplam 60 milyonu aşan bir nüfusun yaşadığı üç ülkeye birden ve aynı anda saldırabileceği gibi bir ihtimal bir çılgınlık olarak bile göz önüne getirilemiyordu..

 

Ama, Amerikan askerî istihbaratıyla modern silahlarının ve vs teknolojisinin tam destek ve gözetimindeki ve en küçük bir başarısızlık ihtimali karşısında Amerika"nın hemen devreye gireceğini bilerek, 2,5 milyonluk bir İsrail rejiminin "Yıldırım Savaşı" taktiğiyle başlattığı saldırı, üç ülkenin bütün aslî güçlerini bertaraf etmiş ve karargâh ve askerî birlikler arasındaki haberleşme ve ulaşımın kesilmesiyle, yerli ordular oldukları yerde çivilenmişlerdi, adetâ.. Düşünelim ki, (Nâsır"ın en yakını ve rejimin 2. numaralı kişisi olan) Mısır Ordusu"nun başındaki Mareşal Amr  bile, saldırının ilk saatlerinde Kahire Askerî Havaalanı civarında bir jeep ile kalakalmıştı, ortalıkta.. (Ve sonra da, çaresizlik içinde intihar etmişti, iddiaya göre..)

Bu çivilenmişlik halini gören İsrail rejimi kara ordusu da, yine bir "yıldırım savaşı" taktiğiyle (1948"de işgal ettiği doğu yarısından sonra) Kudüs"ün tamamıyla , Ürdün Nehrinin Batı Yakası"nı ve Suriye"nin "su ve buğday anbarı" olarak bilinen Golan Tepeleri"ni işgal ediyor ve Şam"a 35 km. mesafede duruyor; Mısır tarafında ise, Gazze"yi ve dev Sina Çölü"nü işgal edip, Port-İsmail"e dayanıyor ve Suveyş Kanalı"nı geçerek, Kahire"ye doğru ilerliyordu.

 

"1948 gasb ve işgali"yle Filistin topraklarında varlığını ilan eden İsrail rejimi, o toprakların üç misli büyüklüğünde yerleri daha işgal etmişti, birkaç gün içinde..  

 

Nâsır tam bir çaresizlik içindeydi.. Amerikan Başkanı Johnson, siyonist İsrail rejimine "artık durması" gerektiğini hatırlatıyordu.. Çünkü, Nâsır, "ateş-kes"i kayıdsız-şartsız kabul ettiğini bildirmişti.. Mareşal Amr"ın cenazesi, Yukarı Mısır"da, Asyut"taki köyünde bir "hain" gibi gömülürken; "Nâsır" ise, tv. ekranlarında, faciayı ağlıyarak haber veriyor ve çaresiz kitleler, "Ey Nâsır, yeter ki sen başımızda ol, isterse Kahire de gitsin, Asyut"a çekiliriz.." diye ağlıyarak mukabelede bulunuyorlardı.. O, kendisini gözyaşlarıyla kurtarmıştı zâhiren.. Ama, halkını yalanlarla da avutan birisiydi; halkının inancıyla savaşmasının da ötesinde..  Ve sadece Sina Çölü"nde, Mısır"lı, 30 binden fazla asker, savaştan ziyade susuzluk ve açlıktan  kırılmıştı.. Cesedlerini köpekler ve akbabalar yiyecekti, uzun süre.. Batı medyası ise, onların fotoğraflarını yayacaktı dünyaya., aylarca.. İsrail rejimi ise, bütün savaştaki kayıplarının 100"ü bile bulmadığını açıklayarak nanik yapacaktı..

 

Arab dünyası şaşkındı; korkunç şekilde kırılmıştı haysiyetleri.. Diğer müslüman toplumlarda ise, rejimler ve onların emirlerindeki medya, (T.C. de bunlardan birisiydi) İsrail rejimiyle birlikte zafer çığlıkları atıyor; geniş kitleler, genelde ilgisiz, biraz hassasiyet sahibi olanlar ise, içten içe ağlıyorlardı.

 

Saddam gibi birisinin bile Amerika karşısında yenilmesi üzerine taddığımız derin acılar ve karmaşık duygular benzeri bir durumla karşı karşıyaydık, o zaman da.. Çünkü, yenilen, bir zâlim idi ve yenenler ise, emperyalist/ şeytanî güçlerin en zirvesinde bulunanlar.. Ama, asıl bedeli sadece yenilen zâlim  ve zulüm rejimi değil, bütün bir ülke ve halkı; dahası, o halk ve ülkenin aslî kimliğinin "İslam" olması hasebiyle bütün dünya Müslümanları da ödemiş ve aşağılanmış oluyordu.. Nitekim, İstanbul"daki bir çok yahudi iş adamı, İsrail rejiminin o beklenmedik kolay zaferi üzerine, işyerlerindeki müslüman işçilere ziyafet verip, "Bundan sonra Kâbe"ye bile, bizden vize alarak gideceksiniz!." diye güç gösterisi yapıyorlardı..

Eski bir "gerilla savaşçısı" olan Cezayir Devl. Başk. Huarî Bumedyen ise, Kahire"ye doğru ilerleyen İsrail rejiminin, "ateş-kes" kabulüyle durdurulmasının "en büyük hata" olduğunu, 12 milyonluk bir şehre giren bir ordunun oradan çıkmasının düşünülemiyeceğini; savaşmak isteyen bir halkın, işgalcileri, ev-ev, sokak-sokak, pencerelerden kafalarına tuğlalar atarak bile eritebileceğini söylüyor ve Nâsır"a, 1970"de bir kalb kriziyle ölümüne kadar küsüyordu..

 

Mısır"lı bir "müslüman" yazardan 20 yıl öncelerde, "Haziran-1967 Savaşı"nda Nâsır  iyi ki yenildi.. Çünkü, Nâsır o zaman zafer kazansaydı, sizinkini de geri bırakır ve biz ona karşı koymakta zayıf kalırdık. O da, modern fir"avunluğu hortlatmak emelindeydi. Ama, biz bugün yine varız ve yine direniyoruz!" sözlerini duyduğumda, karmaşık duygulara kapılmıştım.

 

Şunu bir daha iddia ve bazılarına da ihtar edebilirim ki, kendi halkının inancına savaş açan rejim ve ordular, çelişki, yenilgi ve hattâ ihanetlerden kurtulamamakla kalmayıp; tepesinde oturdukları halklarla birlikte, kendilerinin de yanmasına vesile olacak utanç verici yenilgilere duçâr olurlar.. "Haziran-1967 Savaşı" faciası, bunun bir son ve som örneğidir. O savaşta İsrail rejimi, yahudi halkının inancına göre savaş verirken; Müslüman halkların tepelerindeki rejimler ise, ne yazık ki, halklarının inançlarına karşı da savaştaydılar, bugün de olduğu gibi..

 

O büyük faciadan asıl alınması gereken ibret dersi, sanırım, bu nokta olsa gerek..