Gazze’ye yapılan saldırılar konusunda gizli diplomatik koalisyonların arkasında olanlara göre kritik anlar hızlanmış durumda. Arap Ligi’nin hem ortalığın sakinleşmesi hem de Filistin tarafının zorlanması için Mısır’ı arabuluculuğa itme niyetinin altında daha çok, şu ana kadar hiçbir işlevi olmayan ve sorunlar yumağına dönüşen müzakere süreci bağlamında konuyu siyasi bir belgeye dönüştürerek bir anlamda küresel bir şekilde pazarlamak yatıyor.
Peki, Mısırın bu yeni arabuluculuk girişimini ve Gazze saldırılarındaki rolünü genel anlamda nasıl okumak gerek?
Taraflı aracılık
İsrail’in Gazze işgalini durdurmak için Mısır’ın başlattığı girişim için ilk söylenecek şey, Filistin halkının arzu ettiği ulusal standartlardan yoksun olması olabilir. Bu girişim -tüm küstahlığı ve kabalığıyla- , Gazze’deki direnişi “düşmanca eylemler” olarak nitelendirerek, cellât ve kurbanı, tilki ve koyunu, İsrail saldırganlığı ile kendi canını koruma olgusunu aynı teraziye koyup dengeleme çabasını gütmüştür. Bundan da önemlisi, tamamen tarafı olan bir çabadır. Uzun yıllar boyunca topraklarına karşı yapılan işgale karşı sabırla ve dirençle duran Filistin halkına karşı gösterilen düşmanlığın boyutunu görmezden gelmektedir. Gazze’nin, II. Dünya savaşında alan ve nüfus yüzdesi oransal olarak hesaplanıp bombardımana tutulan Almanya’nın Dresden kenti gibi uzun yıllardır hava bombardımanına maruz kaldığı unutulmaktadır.
Mısırın bu girişimi, uluslar arası toplumun önünde Siyonizm’e ve Yahudi devletine bir “masumiyet” örtüsü örterken, işgal güçlerinin Filistin direniş güçlerine karşı yürüttüğü operasyonlar ile ceberut İsrail güçlerine karşı mütevazı silahlarıyla karşılık vermeye çalışan ve bir parça da olsa uykularını kaçırmayı başaran direniş güçlerinin eylemlerini paralel göstermeye çalışmaktadır. Bununla birlikte Mısır, her ne kadar bazıları zayıf olarak görse de direnişin siyasi kazanımlarını görmezden gelmektedir ve Filistin halkının haklarını elde etmesini istememektedir. Bunlardan biri, bölgede yıllardır süren ablukanın kalkmasıdır ki bu sadece Filistin tarafının değil tüm dünyanın talep ettiği bir haktır. Mısır, Filistinlilere “İsrail” çözümü sunmuş, Netanyahu hükümetinin isteklerine duyarlı ancak Filistin ulusunun isteklerini hasıraltı eden bir tavır takınarak, Gazze’de akan masumların kanına en küçük bir değer bile vermediğinin ispat etmiştir. Bu arabuluculuk oyunu, sadece İsrail ve Filistin heyetini en üst seviyede bir araya getirip sükuneti sağlamak ve güven ortamı oluşturmaktan başka bir şey değildir. Ancak burada Filistin tarafı ateşkesin ötesine sürüklenerek, beyhude tartışmalarla Filistinlileri aşağılamak düşüncesi hakimdir. Mısırın girişimi, İsrail’in işgal devleti olduğunu, Filistinlilerin işgale maruz kaldığı gerçeğini yansıtmaktadır. Filistin halkı “düşmanca eylemler” yapmamaktadır, işgal güçlerine karşı kendini savunmaktadır. Bu şekliyle yapılmaya çalışılan ateşkes, sadece İsrail’e dinlenme fırsatı verecek ve vahşice eylemlerini daha da şiddetlendirmek için bir fırsat sunacaktır.
Arzu edilmeyen pozisyon
Peki, Mısır özellikle de söz konusu Gazze olunca böylesi bir rol oynamak istiyor? Gazze’ye yapılan her saldırı sonrasında kendisini tekrarlayan bir pozisyona neden girmek istiyor? Çok uzun yıllardan beri Mısırın resmi pozisyonuna pranga vuran kelepçelerden artık kurtulmanın vakti daha gelmedi mi? Mısır, artık Filistin meselesi konusunda tarihi görevine geri dönmeli değil mi? Mısır, Filistin için kandan nehirler yapmadı mı? Ancak şimdi başka bir Mısırın resmi tutumu – resmi pozisyon üzerinde ısrar ediyoruz, halkın tavrından bahsetmiyoruz- formüle edildi. İsrail ne zaman Gazze’ye düşmanca saldırsa, gözler hemen Mısıra dönüyor. Bunun Mısırın yalnızca etkin bir Arap devleti olmasıyla bir ilgisi yok. Mısır aynı zamanda Gazze’ye doğrudan sınırı olan tek Arap devleti. Gazze’ye Mısır dışında doğrudan kapısı olan başka bir Arap ülkesi yok. İşte bu yüzden bu ülkenin liderleri ve onların siyasi tavırları, Gazze’deki gelişmelerin seyri hatta Filistin halkının özgürlük yolunda ilerlemesi açısından büyük önem arz ediyor. Bu siyasi bir coğrafya ve Mısırın ulusal güvenlik boyutudur. Bunun yanı sıra, Filistin ile Mısır arasında halen yaşayan bir tarih var ve bu canlı tarihe hiç kimse ne bir kir bulaştırabilir ne de onu sonlandırmaya gücü yetebilir.
Ancak ne yazık ki, Mısır’ın 1979’da imzalanan Camp David anlaşmasından bu yana İsrail’e karşı takındığı resmi tutumu, Filistin halkının beklemediği ve arzu etmediği bir niteliğe sahip. Hatta tam tersine, işgal güçlerine karşı attığı siyasi adımları veya Filistin-İsrail arasındaki arabuluculuk girişimleri, İsrail’in tehdit ve uyarılarını aktarmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu vehmi tehditlerin bazıları da uzun yıllar Mısır istihbaratının başında olan Ömer Süleyman tarafından aktarılmıştı. Gazze’yle ve Filistin direniş güçleriyle yakından ilgilenen ve cebinde bir sürü sırla ölen Ömer Süleyman, eğer bir gün sırlarını açığa dökme fırsatı bulsaydı bugün sadece Filistin’in değil Mısır’ın da patlamaya hazır bir bomba olmasına sebep olabilirdi. İşte bu nedenle aklımıza Hüsnü Mübarek’in İsrail-Filistin arasında gidip geldiğinde sürekli tekrarladığı argümanı düşüyor: “Ben hiçbir tarafın yanında değilim. Ben sadece aracıyım!”
Mısır ve kaybolan rolü
Mısır resmi makamlarının sahiplendiği bu pozisyon, bölgedeki liderlik rolünü zarara uğratıyor ki bu rol, Arap dünyasındaki merkezi ağırlığıyla da birebir uyumlu olması gereken bir rol. Çünkü Mısır Filistin konusunda ve Filistin ve İsrail arasındaki kriz dosyasını yönetmedeki stratejik önemi korunmaktadır. Ülke, geçen dört sene boyunca muazzam değişiklikler yaşamış olmasına rağmen yerini korumaktadır ancak değişimler ülkedeki mevcut militarist yönetimin sorgulanmasını da beraber getirmiştir. Şu an ne yazık ki, Abdülfettah Sisi, kendinden öncekileri de geçerek Gazze işgalinde yapabileceği en kötü performansı dergiliyor. Devrik lider Hüsnü Mübarek’in İsrail’e destek olması için Filistinlilere ve hatta Yaser Arafat’a yaptığı baskı ve İsrail’le suç ortağı olması da en az şimdiki durum kadar acı vericiydi. Yeni lider Sisi’nin iki gün önce istihbarat müdürü Muhammed Ferid Tahami’yi Tel Aviv’e göndermesi, 2008 de “Dökme Kurşun” operasyonundan hemen önce Tzipni Livni’nin Kahire’ye gelişini andıran bir durum.
Gazze’nin Sisi döneminde işgale uğramasıyla, Mübarek döneminde işgale uğraması arasında önemli farklar var. Sisi için Refah sınır kapısını kapamak ve tünelleri yok etmek, “terör örgütü” Hamas’ın önüne geçmek için büyük ve önemli adımlar sayılıyor. Buna ek olarak ülkedeki bir takım medya kuruluşlarının özelde Gazze’ye genelde de tüm Filistinlilere karşı başlattığı kampanyalar, hatta daha da ileri gidip Netanyahu hükümetinden Hamas ve diğer direniş gruplarını yok etmek için saldırılarını sürdürmesi yönündeki çağrıları ise Mısır için büyük talihsizlik!
Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız