1980'de Kenan Evren Türkiye'de demokratik hükümete karşı büyük bir darbe gerçekleştirdi. Dönemin ABD başkanı Jimmy Karter ise o sırada bir konserde eğleniyordu. Darbeden hemen sonra CIA'den bir komutan Karter'in yanına geldi ve kulağına şunu fısıldadı: Genç adamlarımız görevlerini yaptı!" Ankara'daki CIA ofisinin müdürü de aynı esnada darbenin arkasında olduklarını itiraf etmişti. Böylelikle Washington kendisine bağlı bir grup Türk askerinin Türkiye'deki krizi çözmek için yönetime el koymasından büyük bir memnuniyet duyduğunu gizlememişti. O günden sonra ise Türkiye'de uzun yıllar sürecek olan genel grevlerini siyasi baskının ve ekonomik bunalımın çanları çalmaya başlamıştı.
Mısır ve Türkiye arasında bir takım karşılaştırmalar yapmak şu günlerde çok cazip görünüyor. Öncelikle her ikisi de Akdeniz'in önemli iki Müslüman devleti. Her iki ülkede Washington'un hegemonik amaçları nedeniyle uzun yıllar ABD'nin markajında kaldı. Yine her iki ülkenin de İsrail ile yakın bağları bulunuyor. Bugünlerde Mısır'da perdelenen oyun ise 33 yıl önce Türkiye'de uygulanan senaryonun aynısı. Mısır ordusu ülkenin tarihinde ilk defa gerçekleştirilen özgür ve adil seçimlerle başa gelen bir başkana karşı darbe yaptı. Bununla yetinmeyen ordu kendi hükümeti döneminde tek bir siyasi tutuklamaya imza atmayan başkanı tutukladı. Bu yüzden Türklerin Mısır'daki askeri darbeye karşı gerek toplumsal alanda gerekse siyasi alanda darbeye karşı öfkelerini şaşırtıcı bulmamak gerek. Onlar da yıllar önce aynı şeyi tattılar ve acı çekenin halinden ancak o acıyı bilen anlar.
Mısır'daki darbenin arkası boş değil. Aksine birçok sebebin birleşmesinden doğdu diyebiliriz. Sebeplerden bir tanesi devrimi doğuran sebeplerden. Bir diğeri devrimin üstüne yatması için fırsat kollayan eski rejimin kalıntılarının (fülul) ortalığı kızıştırması, bir diğeri devrimcilerin birbiri ardına yaptıkları hatalar bir diğer ve belki de en önemlisi ise Washington ve dostları ile Mısırlı generallerin ülke üzerindeki farklı hedefleri.
Mısır'da şahid olunan kargaşanın ve krizin derinleşmesindeki ilk sebep Mısır devriminin diğerlerine nazaran daha şaibeli bir şekilde doğmuş olması ve devrim mantığına aykırı durması. Mısır devrimi, daha gelişimini tamamlamadan yani prematüre doğdu. Yanında ise ilk günden beri koruyucu sıfatı bahanesiyle duran asker vardı. Mübarek döneminde lüks ve şatafat içinde yaşamaya alışan, içerden ve dışarıdan sermaye toplayan ve hem siyasi hem de güvenlik konusunda ABD'nin sözüne göre hareket eden generaller, Washington'la koordineli bir şekilde hareket ederek yeni rejimin kafasını gövdesinden ayırmaya karar verdiler.
Askerler aynı şekilde Hüsnü Mübarek'i de savurup atmış, sonra ona dünyanın gözü önünde yedi yıldızlı bir yargı süreci sağlamış, sonrasında da yönetimi halkın adına kendisinden aldığını açıklamıştı. Böylesi bir komedi dünyanın hiçbir ülkesinde daha önce yaşanmamıştı. Mısır halkı ise zorba yönetime karşı zaferi kolayca elde ettiği vehmine kapıldı. Nihayetinde "Yüce Ordu" halkı Firavun diktasından kurtarmıştı. Ancak kolayca başarıya ulaşan devrimler aldatıcıdır. Çünkü kolay zafere ulaşan devrimlerin feda ettikleri kanın ve malın makul bir karşılığı vardır. Kurban olan taraf ise sistemin en zayıf tarafıdır. Güçlü olan tarafın ilk fırsatta otoritesini yeniden kurması için ezilmeye mahkum olmuştur. Mısır'da iki yıl önce Hüsnü Mübarek ve ailesi ile Vatan Partisi ordu, yargı, istihbarat ve medyanın çıkarlarına uğruna kurban olmaktan kurtulamayan taraf olmuştur.
Mübarek sultasının kolay ve hızlı bir şekilde çöküşü, 25 Ocak devriminin yakıtı olan Mısırlı devrimcilerin gücünü ispatlayan bir olay değildi. Mübarek'in düşüşüyle ülkede iki blok belirdi. Mübarek'e karşı bir araya gelen laik, İslamcı liberal, demokrat, solcu yani tüm sivil kuvvetler ile Amerikan nüfuzunun altında olan derin devlet yani ordu, yargı silahına sahip olanlar ve medya. Devrimci güçler haritayı iyi okuyamadıkları için de halkı ve diğer Arap toplumlarını eksik devrimi kutlamaya çağırdı ve aldatıcı bir zafer coşkusu içine girdi.
Mübarek'in düşüşünden sonra sevinç sarhoşu olan Mısır devrimcilerine birilerinin Cezayir'de olanları hatırlatması gerekiyordu. Parlamento seçimlerini kazanan İslami kurtuluş Cephesi lideri Abdülkadir Haşşani, parlak zaferini kutlarken şu sözleri söylemeyi de ihmal etmemişti: "Zaferin riski yenilginin riskinden daha büyüktür". Mısır'da İslamcı ve laik güçlerin yaptıkları ölümcül hata, devrim içerisinde yer alan siyasi rakiplerinin birbirlerini düşman, devrim dışındakileri ise dost görmeleri olmuştu. Sonrasında ise "Yüce Mısır Ordusu"nun ve adil! Mısır yargısının davulları çalmaya başladı. Devrim güçleri ise bu iki kurumu masum bir şekilde pazarlayarak devrimin iki önemli ortağı olarak lanse ettiler. Eski rejimin mirasçıları oldukları ise hiç akıllarına gelmedi.
Mısır ordusu -ne kadar büyük olursa olsun- halkın malını yağmalayan ve Amerikan sermayesiyle geçinen, vatanı koruma ve ülke için kendini feda etme ruhunu taşımayan tüccar generaller tarafından yönetiliyor. Mısır yargısı ise -ne kadar adil olursa olsun- Mübarek'in atadığı ve 30 yıl boyunca halkına yaptığı zulme meşruiyet kazandıran isimler tarafından yönetiliyor. Mübarek çekildiği zaman bu iki kurum yani ordu ve yargı, devrimi koruyan, onu planlayan ve yöneten en güçlü, en iyi iki kurum haline geldi.
Mısır devriminin başına gelen en kötü şey ise devrimin bazı sahiplerinin demokrasilerde geçerli olan bir takım kuralara saygı duymaması olmuştur. Devrimcilerin çoğu birbirlerinin haklarını çiğnemekten çekinmediler. İhvan'ın hatalarıyla gerçek hasımlarının hatalarını aynı kefeye koymaları ise adalet duygusundan ne kadar uzak olduklarını gösterdi. İhvan'ın kararlarını alırken hırslarına yenik düşmesi siyaseten büyük bir hataydı. Devrimin diğer ortaklarının çağrılarına kulaklarını tıkaması da bu hatalara eklendi. Ama yine de devrimin temelini oluşturan demokratik meşruiyet kurallarını çiğnenmemişti. Diğerleri ise devrimin doğduğu toplumun cevherine karşı bir ayaklanma yapmışlardı ve ayaklanmanın hedefi Mısır'ın demokrasi unsurlarını yıkmaya yönelikti.
Devrimin ortakları, İhvan'a ve Mursi'ye karşı halkın yaşam seviyesini gerilettiği, vatandaşlara gerekli hizmeti sunamadığı geçiş dönemini kimseyle ortaklaşa yürütmediği ve tekeline aldığı için ayaklandılar. Sayılan tüm bu sebepler, İhvan'ı ve devrimi zarara uğratan ama doğru olan argümanlardır. Ama bunların hiç biri bazı devrim sahiplerinin derin devletle ve açgözlü uluslararası odaklarla ilişkiler kurarak birçok hataya imza atmasını haklı çıkarmaz. Mısır'da devrim sahipleri ne yazık ki bu ortaklılarıyla kendilerine olan güvenlerinin ne kadar zayıf olduğunu ispatlamışlar ve demokrasinin kurallarına karşı sorumsuzluklarını ortaya koymuşlardır.
Mısır devrimi diğer devrimlerden daha yaratıcı değil. Demokrasisi de diğer demokrasilerden daha farklı değil. Demokratik hükümetler başarılı da olabilir başarısız da. Performansları kötü de olabilir iyi de. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Önemli olan ise bu durumun meşruiyeti etkilememesidir. Yani seçilmiş hükümetin başarılı olması sandıklara başvurmadan ömrünü uzatabileceği hakkını vermez. Aynı şekilde başarısız olan bir hükümet için de yine sandığa gidilmeden meşruiyetini kaybettiği söylenemez. Bazı devrim sahiplerinin orduyu çağırıp Mursi'yi devirmesini talep ettiğinde Mursi'nin tabanı Fransa cumhurbaşkanının tabanından daha çoktu. Ama hiç kimse Holand'a karşı orduyu göreve çağırmadı. Bu da iki yıllık demokrasiyle iki asırlık demokrasi asındaki farkı ortaya koyan acı bir gerçek.
Mısır'ın bencil gençleri ve tamahkar siyasileri, ülkeyi Hüsnü Mübarek döneminden kalan en güçlü iki kurum olan ordu ve yargının ellerine bıraktı. İki yıl önce tüm Arap halklarına ilham olan Tahrir Meydanı da bugün askeri diktatörlüğün ve zorbalığın meydanına dönüştü. Böylelikle de Mısır, yeniden 40 yıl boyunca Amerikan vesayeti altında yaşayan orduya teslim edilmiş oldu. Muhammed Mursi ise kendisine yakışanı yaparak generalleri şantajlarına cevap vermedi ve halkına verdiği sözün arkasında durdu.
Mısır'da gerçekleşen askeri darbe ile Türkiye'nin 1960, 71 ve 80' de yaşadığı darbeler arasında birçok ortak nokta var. Örneğin:
- Türkiye'deki darbeler için de "halkın çağrısına uymak ve demokrasiyi tehdit eden siyasilerin ellerinden ülkeyi kurtarmak için darbe yapıldı" denilerek üzerine sahte bir kılıf geçirildi.
- Ordu siyasete sivil bir maskeni arkasından müdahale etmeye devam etti ve kendisini en büyük stratejik ve siyasi kontrol mekanizmasına dönüştürdü.
- Askeri darbe Türkiye'de tek kişilik bir diktatörizm şeklinde değil, kolektif bir şekilde gerçekleşti. Milli Güvenlik Kurulu ülkenin tek fiili iktidarı oldu. Şu anda Mısır'da da askeri meclis kendisine aynı rolü biçiyor.
- Darbenin yapılması ordunun sivil hükümete verdiği ültimotamlardan sonra gerçekleşti. Türkiye'de 1960 ve 71'de olan bu oyunun aynısı 2013'te Mısır'da hiçbir değişikliğe uğramadan yeniden oynandı.
- Anayasal yargının kullanılması ordu için bir şemsiye oldu. Türk darbecilerin kurdukları anayasa mahkemesiyle bugün Mısır'da ordunun geçici devlet başkanını belirlediği anayasa mahkemesinin tarzı aynıdır.
Mısır'da ve Türkiye'de yaşanan bu şüpheli benzerlikler bir zamanlar Türkiye'deki darbelerle doğrudan ilişkisi bulunan ABD'nin her ne kadar bunun tersi bir görünüm arz etse de Mısır'da bir hafta önce yaşanan darbeden kopuk olmadığını ispatlıyor. Amerika, Mısır'daki darbe yoluyla ortadoğu üzerindeki stratejik çıkarlarını korumak ve Mısır devrimini başarısızlığa uğratmak için çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye ve Mısır'daki darbelerin ucu Amerika'nın stratejik vizyonuna kadar uzanıyor. Ayrıca Washington'un hizmetkarı olan bazı Arap komutanlar da medyayı ve bazı kollarını kullanarak devrim dönekliği yapmaktan uzak durmuyorlar.
Arap halkları geçmişte oldukları gibi etkili toplumlar değiller. Aksine bugün kendi akıbetlerine sahip çıkmaya çalışıyorlar. Batı ve yandaşları ise Arap topraklarında yaşayan halkı köleleştirmek için daha fazla gayret gösteriyor. Ama net olan bir şey var. Bir ülkede dışarıya karşı duruşun nasıl olacağını daha çok iç dinamikler belirler. Bugün Mısır'da meşruiyeti destekleyen İhvan'ın ve diğer devrim güçlerinin devrimin hakkını vermeleri için anayasal meşruiyete saygı duymaları, sabır ve istikrarla halkın iradesine bağlanmaları gerekmektedir. Bunun yanı sıra Mısır halkının haklarını derin devletin ve dostlarının ellerinden geri almak da temel hedefleri olmalıdır.
Kenan Evren'in darbesinden 33 yıl sonra Türkiye yolunu çizmiş siyasi özgürlüğünü elde etmiş, ekonomik refaha ulaşmış ve toplumsal uyumu sağlamış bir ülke haline gelebildi. Darbeden tam 32 yıl sonra 90'ına merdiven dayamış olan Kenan Evren için yargılama süreci de başladı. Burada hedeflenen şey aslında yaşlı bir generali hapsetmek değil halkların üzerinde hegemonya kurmaya alışmış olan bir takım güçlere diktatörlüğün ve zorbalığın son bulduğunu ve bir daha asla geri dönemeyeceğini anlatmaktı. Bunun yanı sıra tarihin hakların özgür iradesini yok etmeye çalışanları da affetmeyeceği gösteriliyordu.
Seçilmiş bir başkana karşı yapılan darbeden elde edilen acı deneyimlerin örneği çok fazla. Mısır'da aynı mantıkla yapılan darbe, 90'larda Cezayir'de yüz binlerin ölmesine yol açmış, Sudan'ın batısında iç savaşın yaşanmasına ve ülkenin ikiye bölünmesine neden olmuş, Pakistan'ı zavallı bir devlete dönüştürmüştü. Türkiye'de ise 1980 darbesinin bilançosu da Sunday Zaman'ın 2 Nisan 2012 tarihli sayısında 650 bin tutuklama 230 bin kişinin yargılanmasına 517 sinin idamına 299 unun işkenceden ölümü şeklinde açıklandı.
Mısırın çıkarlarını korumak demek iktidara tecavüz edenlerin yaptıklarını sevinçle karşılamak demek değildir. Yapılacak tek şey Mursi'nin destekçilerinin ve karşıtlarının birleşip zulme ve zorbalığa karşı beraber durmalarıdır. Geçen iki yılın hatalarından uzaklaşıp geleceğe güvenle ve umutla adım atılmalıdır. Geri dönerek gerçeği bulmak, yalanla ilerlemekten daha evladır.
Kaynak: Muhammed El Şankıdi / El cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız