Devrimin üzerinden yaklaşık beş aylık bir zaman geçmesine rağmen Mısır siyaseti hala dinmek bilmiyor. Tahrir meydanını yeniden işgal eden binlerce kişi hem askeri rejimin işleri yavaşlatmasına tepki gösterirken hem de birçok bakanın ve hatta Başbakan Essam Şerif’in değiştirilmesini istiyor.
“İkinci Devrim” seslerinin yükseldiği Mısır nereye gidiyor? Devrim başarısız mı olacak? Yoksa bunlar geçiş döneminin doğal sonuçları mı?
Şubat ayında gerçekleşen Mısır devriminin birçok açıdan aynı 1967 savaşı gibi sosyal dinamikleri tartışmaya açan ve değişime zorlayan bir etkiye sahiptir. Mısır toplumu devrim sonrasında ciddi bir değişim geçirmekte ve bugünkü yaşanan temel kafa karışıklığı bu değişim sancılarının sonucudur. Devrim sonrası aşırı bir özgüven patlamasına sahip olan halk yavaş yavaş bu özgüveni kaybetmekte ve bu durum ister istemez askeri rejime karşı tepki ve gösterileri artırmaktadır. Milliyetçi eğilimler yavaş yavaş düşmekte ve entellektüel hareketlilik önceki aylarda olduğu gibi temel konulara temas etmemektedir. Belki de en net gözlemlenebilen sosyal değişim ciddi bir ‘sağırlar diyaloğunun’ toplumda kendisini iyice belli etmesidir. Devrim sürecinde hep bareber hareket eden farklı gruplar (islamcılar, solcular, liberaller, hristiyanlar vb) artık ilk dönemdeki birlikteliklerini kaybetmekte ve yavaş yavaş farklılıklar daha fazla öne çıkmaktadır. Herkesin kendi siyasi partisini kurduğu bir ortamda artık grupsal ya da kişisel çıkarlar zaman zaman ulusal çıkarların önüne geçmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak Mısır’da çok ciddi bir iç iletişim sorunu ortaya çıkmış durumdadır. Devrimci gruplar birbirlerini acımasızca eleştirmekte ve hatta birbirlerini devrimin pastasını yemekle suçlamaktadırlar. Bugün için devrim sonrası dönemde çözülmesi gereken temel sorun herkesin konuşmasına rağmen hiçkimsenin bir diğerini dinlememesidir.
Devrim sonrası ortaya çıkan bir diğer sosyal gerçeklik ise yeni düzenin kurulmasında ve dönüşümünde etkili olması beklenen sosyal gruplar bu role cevap verememektedirler. Özellikle bu rolü ve yer yer toplayıcı bir rol oynaması gereken Müslüman Kardeşler’den bugün için beş siyasi parti çıkmıştır. Kendi içinde çok ciddi bölünmeler yaşayan Müslüman Kardeşler bugün artık 1930 ve 1940’lerde olduğu gibi toplumda öncü ve yönlendirici rolü oynayamamaktadırlar. Aynı şekilde Selefi gruplardan üç siyasi parti, liberal gruplardan ise en az üç tane siyasi parti ortaya çıkmıştır. Her siyasi eğilimin kendi içerisine yöneldiği ve iç çekişmelerin yaşandığı bir ortamda askeri rejime baskı oluşturup süreci hızlandırabilecek tek başına güçlü bir siyasi aktör yoktur. İşte bu yüzden hemen hemen herkes ülkedeki siyasi dönüşüm hızlansın derken, dönüşümden kastın ne olduğu ve net olarak ne istendiği son derece muğlaktır. Yani devrim hala liderini bulamamıştır.
Bunlara paralel olarak ortaya çıkan bir diğer sosyal değişim ise azalan milliyetçi dalganın yerine yavaş yavaş bir ‘yumuşak ukalalık’ olarak tabir edilebilecek bir yaklaşımın yaygınlık kazanmasıdır. Hemen hemen her grup bir diğerini beğenmezken, herkes kendisinin yaptığının ya da söylediğinin en iyisi olduğu kanısındadır. Bu durum kurumsal olarak Müslüman Kardeşler'de bile kendisini göstermektedir. Müslüman Kardeşler’in ana partisi olan Özgürlük ve Adalet Partisi ülkede İslamı merkeze yerleştiren bir anayasanın ve toplumsal düzenin yerleşeceği konusu dahil bir çok konuda aşırı bir özgüven içerisinde hareket etmektedir. Yukarıda belirtilen yumuşak ukalalığa benzeyen bu durum toplumsal tabanı en geniş olduğu varsayılan bir siyasi partinin bile yer yer Mısır’daki sosyal gerçeklikten kopmasına yol açmaktadır.
İç iletişimin ciddi şekilde azaldığı bir durumda sekülerinden İslamcısına hemen herkesin sevgiyle yaklaştığı bir Türkiye’ye burada önemli roller düşmektedir. Gerektiği zaman Mısır’daki tüm farklı grupları toplayabilecek ve onları birbirleriyle konuşturabilecek bir potansiyele sahip olan Türkiye, ülkedeki tüm gruplarla sağlıklı bir ilişkiye girmelidir. Aynı şekilde Türkiye’de geniş bir kitlenin Müslüman Kardeşler dahil klasik aktörlere bakışı ciddi bir şekilde gözden geçirilmeli ve yeni gerçekler ışığında revize edilmelidir. Nasıl Mısır eski Mısır değil ise; siyasi aktörler de artık eski siyasi aktörler değildir ve eski parametrelerle siyaset yapmamaktadırlar.
Yoğun bir Türkiye modelinin tartışıldığı fakat çoğu zaman romantik bir bakış açısının ötesine geçemeyen bu tartışmalara Türkiye’deki akademisyen ve araştırma merkezlerinin ciddi bir şekilde katkı yapması bir diğer önemli konudur. Ülkenin ana stratejik ekseninin belirlendiği Mısır’da bugün için en yakın hissedilen gerçekleştirilebilir örnek Türkiye tecrübesi olarak görülmektedir. Türkiye hem bu tartışmalara katılmalı hem de farklı gruplara gerekirse tartışma ortamı sağlayacak bir ‘abi’ rolü oynamalıdır. 1967 savaşı sonrasındaki sosyal değişime hiçbir katkı yapamayan Türkiye, sonrasında bölgede oluşan yeni siyasi ve sosyal dinamiklerden çoğu zaman negatif olarak etkilenmiştir. 2011 devrimi sonrası Mısır’daki sosyal dinamiklere katkı yapma şansı aynı zamanda Türkiye’nin oluşmakta olan yeni bölgesel siyaseti doğrudan yönlendirmesinin ana anahtarıdır.