Mısır: İsrail niçin bu kadar kör?

İsrail yandaşı olan bizler, yani barış kampı, haklı çıkmaktan keyif almıyoruz hatta istisnasız hep haklı çıkmamıza rağmen.

İsrail’e standart tavsiyemiz, çok geç olmadan Arap devletleriyle ve devletsiz Filistinlilerle bir an önce anlaşmalar yapmasıdır.

İsrail’in tepkisi ise  - İsrail’in şartları hâricinde - barış yapmanın âcil bir mesele olmadığıdır çünkü İsrail güçlü, Araplar ise zayıftır.

Bu olgunun en fena örneği 1971’de Mısır’la yaşanandır; Cumhurbaşkanı Enver Sedat, İsrail’in 1967 Savaşı’nda Sina Yarımadası’nın geri kanalıyla birlikte el geçirdiği Doğu Şeria ve Süveyş Kanalı’nda iki mil genişliğinde geriye çekilmesi karşılığında barış müzakerelerine başlamayı teklif etmişti.

Tarihten ders almak

Nixon yönetimi, İsrail hükümetine bu fikrin üzerinde durmasını söyledi çünkü topraklarını geri almadığı takdirde Sedat savaşmak niyetindeydi.

İsrail’deki barış kampı ve buradaki müttefikleri, Nixon’ın tavsiyesini tutması ve Sedat’ı sonuna kadar dinlemesi için İsrail’i zorladı. Lobby ise Nixon’a kendi işine bakmasını söyledi elbet.

İsrail kabinesine gelince, Nixon’ın özel temsilcisi olan Dışişleri Bakan yardımcısı Joseph Sisco’ya Mısır’ın teklifini görüşmekte hiçbir çıkarının olmadığını söyledi. Sina Yarımadası’nın tümünü elinde tutmayı ve Mısır’a basit bir mesaj göndermeyi tercih etti: Hayır. Nihayetinde Mısırlılar İsrail Ordusunun dengi olmadıklarını daha dört yıl evvel gösterdiler.

İki yıl sonra, Mısırlılar saldırdı ve İsrail’in kanal boyunca uzanan mevzisi aşıldı ve askerleri öldürüldü. Savaş sona erene dek İsrail 3.000 askerini ve neredeyse bizzat devleti kaybetti. Birkaç yıl sonra da Mısır’ın 1971’de Sina’da talep ettiği kadarıyla değil, Sina’dan bütünüyle vazgeçti.

Barış kampı haklı çıkmıştı. Fakat bu yüzden mutlu olan hiç kimseyi hatırlamıyorum. Tam aksine, yıkılmıştık. 3.000 İsrailli (ve binlerce Mısırlı) İsrail hükümeti sadece görüşmeye razı olsaydı önlenebilecek olan o savaşta hayatını kaybetti.

Oslo’da caymak

Bu davranış modeli defalarca tekrarlandı. İsrail’e tarihinde en güvenli ve en iyimser yılları bahşeden Oslo İsrail-Filistin barış süreci, Benjamin Netanyahu ve Ehud Barak şartları yerine getirmeyi reddettiler diye çöktü.

Yaser Arafat’ın Filistin Otoritesi Oslo süreci boyunca yapması gerekenleri yaptı: Terörle etkili bir şekilde savaştı (Hamas, barış sürecini baltalamak için bomba yüklü otobüslerle bir dizi saldırı başlatmıştı) ki Netanyahu Arafat’a teşekkür etmek için onu bizzat aramıştı. Terörizm 1999’a kadar yenilgiye uğratıldı. İnsanların ve malların İsrail’den Batı Şeria’ya ve sonra tekrar İsrail’e serbestçe ve güvenle hareket ettiği hayret verici zamanlardı; İsraillileri Filistinlilerden, bir yandaki Filistinlileri öte yandaki Filistinlilerden ayıran yüksek duvarların olduğu bugünkü gibi bir durum yoktu.

Terörün geçici olarak sona ermesi, Filistinlilere fiili toprak verilmesini sağlamadı. Netanyahu ve Barak Filistinlileri ufak ufak yiyip erittiler, bilfiil barış sürecini yiyip bitirdiler; barış süreci pratik manada bugün gömülmüştür. Clinton’ın 2000 yılında Camp David zirvesini topladığı zamana kadar iki taraf arasında iyi niyet diye bir şey artık kalmamıştı.

Bill Clinton’a göre Başbakan Ehud Barak 2000 yılında Suriye ile barış yapabilirdi ama son dakikada tırstı. Yerleşimcilerden korkuyordu. 2008 Aralık ayında Suriye ile kapsamlı bir barış fırsatı, ki Lübnan’la da barış fırsatı demekti bu, yanı sıra Suriye’nin müttefiki İran’la gerilimi azaltma fırsatı tekrar geldi.

Kaçırılan fırsat

Türkler, Suriye’yle barış aracılığı yaptılar ki Başbakan Olmert, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la beş saatlik bir Ankara yemeğiyle bunu kutlamıştır. Olmert eve döndü. Türkler nihâi onayı beklediler. Bundan sonra olanları New York Üniversitesi Profesör Alon Ben-Meir şöyle anlatıyor: Olmert Jerusalem’e döndükten beş gün sonra İsrail Gazze’ye büyük bir baskın düzenleyerek Türk hükümetini tam bir şaşkınlık ve umutsuzluğa sevk etti. Olmert’in Başbakan olarak bildiği ve Ankara’dayken Türk muadiline bildirebileceği halde İsrail’in eli kulağındaki harekâtı hakkında hiçbir bilgi vermemiş olması, Ankara’da ihanet ve aldatılma hissine yol açtı. Sayın Erdoğan nazarında problem artmıştı çünkü Olmert’ten beklediği barış mesajını almadığı gibi bir de bölgesel sonuçları olabilecek bir savaş ilan edilmişti.

Sadece karanlıkta bırakıldıkları için değil, tarihi çapta bir Arap-İsrail barış süreci kaçırıldığı için de Türklerin hayal kırıklığının derinliğini tanımlamak zordur.

Mübarek Mısır’ı ile birlikte İsrail’in güvenlik hissinin köşe taşı olan Türkiye-İsrail dostluğunun çöktüğü yolda ilk büyük adım bu olaydır.

Geriye kim kaldı? Ürdün. Ancak İsrail, Kral Abdullah’ın Batı Şeria’yı işgale son verilmesi ve Gazze ablukasının kaldırılması taleplerini sürekli olarak göz ardı ediyor.

Bir de ABD Başkanı Obama’nın İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmek için riske attığı  itibarı var; İsrail’in verdiği tek cevap, şimdiye değin en büyük Amerikan yardımını alan ülke olmasına rağmen, başkanla dalga geçmek ve başkanın yaptığı her öneriyi reddetmek oldu.

İsrail’in çamları defalarca devirmesi – AIPAC ve Kongre’deki şalterler hepsine de destek vermiştir – İsrail’i umursayan herkesi dehşete düşmelidir.

Gelecekteki adımlar

İsrail’in sözde dostları ne zaman öğrenecek?

Belki de hiçbir zaman. Etkili bir gazeteci olan Yossi Klein Halevi bugünkü New York Times’ta yayınlanan yazısında Mısır devrimiyle ilgili olarak korku, neredeyse dehşet duygularını ifade edip tatsız bir tahmin yürütüyor: Mısır’daki gerçek tek muhalif grup olan Müslüman Kardeşlerin iktidarı ele geçirmesi sadece an meselesidir. İsrailliler, Mısır’ın İran veya Türkiye’nin izinden gitmesinden, İslamcıların şiddet veya tedrici atama yoluyla kontrolü ele geçirmesinden korkuyorlar.

Halevi’nin Türkiye’yi İran’la aynı noktada nasıl buluşturduğunu (demokratik Türkiye’nin İsrail’in Gazze ablukasına karşı çıktığı gerçeğinden kalkışla yapılmış gülünç bir mukayesedir) ve sonra listeye Mısır’ı eklediğini not edin.

Bir de en yeni korku kelimesi Müslüman Kardeşler var. Onun ne olduğunu Halevi’den asla öğrenemezsiniz; Müslüman Kardeşler şiddetten uzak duran, el Kaide’ye her daim karşı çıkmış, 11 Eylül’ü ve diğer uluslararası terör eylemlerini kınamıştır.

Evet, İslam hukukuna dayalı bir Mısır görmeyi yeğleyen İslami bir örgüttür tıpkı İsrail’deki Şas Partisi gibi - koalisyon hükümetinde önemli bir yer işgal eden Şas partisi, Tevrat’ın aşırı yorumuna dayalı bir İsrail’i şiddetle arzulamaktadır.

Halevi (ve diğer lobiler) Müslüman Kardeşlerin terörist olmasını isteyebilirler ama üzülseler de bu doğru değil. Ayrıca 25 Ocak Devrimi bir Müslüman Kardeşler devrimi değildir. Her Mısırlı gibi onlar da desteklemiştir fakat bu, devrimi onlara mâl etmez. Onlar da bunun aksini iddia ediyor değiller.

Hülâsa, Mısır halkı adına mutluyum fakat İsrail adına üzülüyorum. Devrim, İsrail’i tehdit ettiği için değil, İsrail liderleri bu devrimi kendilerine karşı çevirmeye azimli göründükleri için.

Yapılacak tek şey, İsrail ve lobisinin uyanmasını ümit etmektir. Söz konusu olan İsrail olduğunda haklı çıkmaktan nefret ediyorum. İsrail’i son derece önemsiyorum.

Kaynak: El Cezire

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın