Milliyetçiler ve ulusalcılar



Türk ulusçuluğu veya Türk ulusçu ideolojisi yukardan aşağıya doğru toplumu örgütlemeyi ve bu yolla bir ulus inşa etmeyi öngörürken; Türk milliyetçiliği, aşağıdan yukarıya doğru ve daha çevreye ait, "milli değerler" veya "milli kültür" diyebileceğimiz öğeleri öne çıkararak milliyetçi bir ideolojiyi inşa etmek istemiştir. Türk milliyetçiliğinde, İslam veya din vurgusu önemlidir; fakat bu vurguda İslam veya din vurgusu, milleti kuran unsurlardan bir unsur olarak ele alınmıştır. Din belirleyen bir faktör değildir; milleti meydana getiren maddi ve manevi faktörler vardır; işte bunlardan bir tanesi de dindir. Din, varlık, hayat ve insanın anlamı, varoluş süreçleri ve yaratılış amacı ile hayatının nasıl düzenleyeceğine ilişkin hükümler ihtiva eden ilahi bir yol haritasından çok, milli devleti ve milli kültürü mümkün kılan bir unsura indirgenmiştir. Tabii ki bu, İslami akide açısından asla kabul edilebilecek bir görüş değildir.

Milliyetçiler milli kültürün inşaı ve takviyesi amacıyla naif görüşler geliştirmişlerdir; mesela "bir insanın milletini sevmesi tabiidir", "vatan sevgisi imandandır" denmesi gibi. Burada örtük olan hata şudur: Milletin kendisi zaten bir inşadır; millet, ne tarihsel ne de sosyal bir realitedir; bir inşa ve icattır. İnsan, annesini, babasını, kardeşini, çocuklarını sever; fakat İslam bakış açısından bu saydıklarımız bir haksızlık yaptığında, küfre düştüğünde, fısk-ı fücur yaptığında sevilemez; çünkü İslamiyet'te sevgi, kayıtlıdır; kayıtsız şartsız sevgi yoktur, mukayyettir, mutlak değildir. Milliyetçi ideolojide sevgi mutlaktır, kaydı yoktur. Benim milletim eğer Müslüman komşuya haksızlık yapmaya kalkışırsa, bana dinim, haksızlığa maruz kalanın yanında olmayı emreder. Dolayısıyla "bir insanın milletini sevmesi İslami açıdan caizdir, bunda ne var?" demek naif bir görüştür.

İkincisi, milliyetçi ideolojide din vurgusu yanında "tarihi değerler ve geçmiş" ön plana çıkarılmıştır. Yahya Kemal, Nurettin Topçu, Ziyaüddün Fındıkoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Saf, Mümtaz Turhan dini kurucu unsurlardan bir unsur olarak kabul eden, tarihi ve geçmişe ait değerleri ön plana çıkaran Türk milliyetçiliğinin belli başlı isimleri arasında yer alır.

Başlangıcından bugüne kadar söz konusu iki milliyetçi teori çatışma halinde olmuştur. Türk milliyetçileri zaman zaman ağır baskılarla karşılaşmışlardır. Örneğin, 1946 yılında diri diri tabutlara konulmuş, kerpetenlerle tırnakları çekilmiştir. Yine 12 Eylül'de Alpaslan Türkeş ve MHP davasında, Mamak Cezaevi'nde ağır işkencelerden geçmişlerdir. Hatta o zamanlarda Alpaslan Türkeş, "Ben hapisteyim, fakat fikirlerim iktidarda" demiş ki, bu, iki milliyetçi versiyon arasında bir çatışma olduğuna işaret etmektedir. Bu ayrışmanın bugün de belirgin bir biçimde devam ettiğini müşahade etmemiz mümkün. Hem ayrışmaktadırlar hem zamana ve konjonktüre gore şiddet derecesi değişen seviyelerde çatışmaktadırlar. Bir tarafta Türk milliyetçileri, yani MHP, Nizam-ı âlem, Türk ocakları vd., diğer tarafta da ulusalcılar var.

Baas partisinin teorisyenlerinden Michael Eflak -Suriye ve Irak Baas partisi onun teorisi üzerine kurulmuştur, Arap milliyetçileri ona çok büyük saygı duyarlar-: "Her Arap bir Hz. Muhammed olmak zorundadır" demiş, Arap milliyetçiliğine model rol olarak Peygamber Efendimizi örnek göstermiştir.

İlk etapta bu, doğru bir lafmış gibi insana gelebilir; fakat bunun arkasında, aslında milliyetçi bir ideoloji saklıdır. Hz. Muhammed (s.a.), Arap ulusunu tarih sahnesine çıkarmadı; O, bir ümmet çıkardı. Ünlü Arap edebiyatçısı Taha Hüseyin de Arap cahiliye şiirini öne çıkardı, Arap şiirini Kur'an kadar önemli saydı. Hâlbuki cahiliye şiiri, Kur'an'ın anlaşılmasında yardımcı bir öğe olarak değer taşır sadece. Arap şiiri Kur'an üzerinde hakem değildir, anlaşılması için yegane kriter de değildir. Taha Hüseyin, modern Arap kimliğini inşa etmek amacıyla Arap dilini e şiirini yardımcı bir unsure olarak kullanmayı denedi. Mişel Eflak, Lübnan Hıristiyanları, Taha Hüseyin ve diğerlerinin geliştirdiği yeni kimlik inşa çabası sonuçta Mısır'da Nasırcılık, Suriye ve Irak'ta da Baasçılık olarak tezahür etti ki, bu bizde yüz yıllık geçmişi olan İttihatçılığa ve modern versiyonu olan ulusçuluk ve ulusalcılığa karşılık olmaktadır.