Biz bazı konuları yazmaktan sıkıldık ama başkaları aynı anlamsızlığı gündeme getirmekten bıkmadılar anlaşılan.
Hem hukukta hem de ekonomide bazı temel konular üzerinde anlaşamadığımız sürece Türkiye'nin işi zor ve zor olmaya devam edecek.
23 Ekim Perşembe günü Hürriyet gazetesinde Sayın Ertuğrul Özkök'ün 'Franco'nun da meclisi vardı' başlıklı bir yazısı yayınlandı.
22 Ekim günü de Resmi Gazete'de ünlü türban kararının gerekçesi açıklandı.
Sayın Özkök'ün yazısı da en genel hatlarıyla bu gerekçeli karar üzerine kurgulanıyor ve meclislerde, Türkiye'de de TBMM'de, çoğunluğu elde eden partilerin, siyasal hareketlerin bu çoğunluğa dayanarak istedikleri gibi yasa çıkaramayacaklarını, anayasa değişiklikleri gerçekleştiremeyeceklerini belirtiyor.
Ben bilmiyorum ama Türkiye'de bunun aksini söyleyen birisi var mı?
Varsa da emin olunuz üzerinde durulmayacak kadar küçük bir azınlıktır.
Sayın Özkök yazısında çok haklı olarak demokrasi ile meclis çoğunluğunun karıştırılmaması gerektiğini ifade ediyor, burada da yüzde yüz haklı.
Bu kadar anlamsız ve çoğunlukçuluk temelli bir demokrasi çağımızda söz konusu olamaz, bu tür bir tanım ve arayış çok eskimiş, çağdaş hukuk devleti anlayışına taban tabana zıt bir zihiniyete tekabül eder.
Buraya kadar Sayın Özkök'e katılmamak mümkün değil.
Ama, Sayın Özkök'ün bilmemesini pek olanaklı görmediğim çok önemli başka bir nokta yazıda atlanıyor.
Bu sütunu okuyanlar bilir, asla kişilerle polemik yapmam, zaten pek de beceremem.
Ancak, Sayın Özkök'ün bilerek ya da bilmeyerek atladığı bu konuyu mutlaka gündeme getirmek istiyorum.
Sayın Özkök'ün yazısı tam da türban gerekçeli kararının üzerine olduğu için konunun özünün parlamentoların anayasa mahkemeleri tarafından denetimi olduğuna kuşku yok.
Diğer bir ifadeyle milli iradenin en fazla kristalize olduğu TBMM demokrasilerde, hukuk devletlerinde 'hikmetinden sual olunmayacak' bir yer değil, Anayasa Mahkemesi TBMM'yi Anayasa'ya ve hukuka uygunluk açısından denetleyecek.
Buna hiç kuşku yok.
Ancak, zurnanın zırt dediği nokta tam da burası.
Bizde Anayasa Mahkemesi TBMM'yi evrensel hukuk açısından değil de 1920'lerin, 30'ların ideolojisi, kurucu ideoloji denen ama ne anlama geldiği belirsiz, hukuki olmayan bir yerden denetlemeye kalktığı için Türkiye, insanların birbirlerini anlamadığı ya da anlamak istemediği bir yer haline geliyor.
TBMM tabi denetlenecek ama denetim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatı, Birleşmiş Milletler sözleşmeleri, tüm uluslararası sözleşmeler, en genel ifadesiyle evrensel hukuk bazında olacak.
Oysa, iki gün önce yayınlanan türban gerekçeli kararın her satırı bu denetimin öyle evrensel kriterler bazında değil, yerel bir ideoloji bazında yapıldığını gösteriyor.
Gelinen bu yere de 'çağdaş hukuk devletinin' korunması demek, yerel bir ideoloji esas alındığı sürece pek olanaklı değil.
Sayın Özkök TBMM'nin milli iradeyi tek başına yansıtmadığını söylerken belki haklı ama bu iradeyi denetleyecek hukukun da yerel olmaması lazım; öyle olduğu zaman mutlakiyetçi bir milli iradeyle bir yerel ideolojinin kalkanı yüksek yargı karşı karşıya geliyorlar ama ortaya bu karşılaşmadan hukuk devleti değil körlerin sağırları ağırladığı bir masa çıkıyor.
Evet, Mahkeme TBMM'nin önüne kırmızı bir çizgi çekmektedir ve çekmelidir de ama bu kırmızı çizgi evrensel hukukun çizdiği bir çizgi değil de bir yerel ideolojinin çizgisi olduğu zaman ortaya çıkan manzaranın hukuk olduğunu söylemek mümkün değil.
Mutlakiyetçi TBMM ile yerel ideolojinin kalkanı yargı çatıştığı zaman ortaya çıkan manzara hoş değil ama yine de illaki bir pozisyon almak şart ise milli iradeden yana olmak evladır diye düşünüyorum.
Çünkü, meclisler her yerde kanun üretirler, bizde de öyle ama galiba sadece bizde yerel bir ideolojiyi kalkan yapan yargı var.
Kaynak: Star