Terör ne zaman canımızı yaksa, bazılarının tepkisi değişmiyor: "Sınır ötesi operasyon yapalım. Barzani'ye haddini bildirelim. OHAL benzeri uygulamalarla terörü etkisiz hale getirelim." Büyük ekonomik krize rağmen terörü gündemin ilk sırasına taşıyan Aktütün ve Diyarbakır saldırılarıyla sanki PKK da tam bu argümanı haklı çıkarmayı hedefliyor.
Ancak hadiseye yakından bakınca, durumun giriftliği anlaşılıyor. Sevindirici olan gelişme, son dönemde Türkiye'de terörün asıl hedefini anlamaya ve buna göre stratejiler geliştirmeye gayret eden seslerin de yükselmesi. Aktütün sonrası kamuoyuna yayılan ilk algı, bu saldırının arkasında, başta Kerkük olmak üzere birçok konuda Türkiye'ye karşı koz elde etmek isteyen Irak'taki Kürt yönetimin olduğu idi. Bu yaklaşıma göre yapılması gereken de Barzani'yi de hedef alan kapsamlı bir sınır ötesi operasyondu.
Halbuki bu konudaki stratejinin belirlenmesinde rol alan akil insanlara kulak verdiğinizde, bu yaklaşımın tam tersi bir analiz ve farklı bir mücadele yöntemi duyuyorsunuz. Mesela Irak'taki gelişmeleri yakından izleyen bir yetkili, bu saldırılarda PKK'nın bölgedeki Kürt yapısınca desteklendiği tezi yerine, PKK'nın Türkiye ile ABD, Irak ve Kürt liderler arasındaki diyaloğu sabote etmek için bu tür eylemler yapmış olabileceğini söylüyor.
Bu tezi destekleyen birçok ipucu mevcut. Barzani'nin haziran ayında bir İtalyan dergisine yaptığı açıklama istisna tutulursa, son dönemde Kürt liderlerin sivri açıklamalardan kaçındığı gözleniyor. Irak Kürtleri arasında Türkiye'ye yeni bir bakış açısı gelişiyor. Irak içi dengelerdeki gelişmeler de Kürtleri daha önceki maceracı tavırlarından uzaklaşmaya ve daha gerçekçi olmaya zorluyor. Bunun somut örneği Kerkük'te yaşananlar. Saddam sonrası ortaya çıkan Şii-Kürt ittifakı, ilk kez Kerkük'te delindi. Kürtler, zoraki de olsa şehirde Arap ve Türkmenlerle uzlaşmaya dayalı bir çözümü kabul etme noktasındalar. Hatta Kerkük'e karşı PKK'yı kullanma taktiğinin boşa çıktığı düşünülüyor.
Kürt liderler de Türk yetkililer de Bağdat'ta Arap milliyetçiliğinin yükselişte olduğundan söz ediyor. Bir süredir Amerika ile Sünni gruplar arasında büyük bir yakınlaşma var. Amerika, 'sahve' denilen aşiret birliklerini kendi eliyle silahlandırmış durumda. Üstelik, Taliban ile bile uzlaşma noktaları arayan, seçim atmosferi ve mali kriz içindeki ABD'nin, Kürtlerin maksimalist taleplerine bugün ne kadar destek vereceği hayli tartışmalı.
Bütün bunlar, Kürtleri daha realist olmaya zorlarken, onların PKK ile yeni bir maceraya yönelerek sıkıştıklarında kapısını çalacakları Türkiye'yi karşılarına alması hiç mantıklı görünmüyor. Bir de Ergenekon'dan çıkan gerçekler ışığında Iraklı Kürtler de PKK'nın kime hizmet ettiğini sorgulamaya başlamışken...
İşte bu tahlilden hareketle, PKK'nın Türkiye'yi zorladığı istikametin aksi yönde adımların atılması gündemde. Bağdat'la ve Kürt liderlerle temasın arkasında bu yaklaşım var. Türkiye'nin Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik'in Bağdat'ta Barzani ile bir araya gelmesi tesadüf değil. O kadar ki, Cumhurbaşkanı Gül'ün Erbil'de Türk işadamları tarafından yapılan havaalanının açılışına katılması ihtimalinden bile söz ediliyor. Yanlış anlaşılmasın; bu tablo Ankara'nın Irak'taki Kürt grupların teröre karşı işbirliğinden memnun olduğu anlamına gelmiyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan, son saldırılardan çok önce sık sık bu şikâyeti dile getiriyordu.
Son gelişmeler üzerine hükümetin yeni hedefi, bir yandan sınır ötesi operasyon yetkisini elinde tutarken, diğer yandan Kürt yönetimini muhatap alarak teröre karşı işbirliğine zorlamak; Kürt liderlerden PKK'ya karşı daha net tavır istemek. Ortak tehdidi birlikte bertaraf etmek için ortak bir dil ve yöntem bulmak. "Elimizde şu bilgiler var, yarın bunlarla ilgili ne yapacaksın?" denecek. Bu temas, Dağlıca sonrası yapılandan farklı. Zira o zaman ABD'yi operasyona ikna etmek ve Bağdat'a PKK'yı terör örgütü olarak kabul ettirmek gibi ilave dertler vardı. Şimdi muhatabın hiçbir mazereti yok.
Bu çabadan sonuç alınıp alınamayacağını zaman gösterecek. Şimdilik önemli olan, içeride de dışarıda da terörün
Kaynak: Zaman