Mektup ve eki

Bir demokraside biri başbakan diğeri ana muhalefet lideri olan iki şahıs arasında görüşmenin pazarlığı olmaz. Görüşüp görüşmeyecekleri kamuoyunun meşgul olacağı bir dizi filme dönüşmez. İki liderin görüşmesini sağlamak için insanlar duaya çıkmaz. Demokrasi dediğiniz şey zaten özü itibariyle görüşmek, konuşmak, uzlaşmak ve bütün bunların doğal olarak hazır olması demektir.

Ne var ki olan oldu. Erdoğan'la Baykal'ın buluşması ülke gündeminin bir numaralı meselesi haline geldi. Konu bir açılımdan doğmuştu; sonuçta mektuplaşmaları ve artık bir randevuya varacakları anlaşılan yazılı diyalogları başlı başına bir açılım halini aldı. Bunda da bir hayır vardır, diyelim.

Ve bana kalırsa var da...

Evet, Baykal'ın cevap mektubunda kullandığı dil, polemikteki ısrarı ve yargılayıcı üslubu ilk bakışta hala ciddi bir mesafe alınamadığını gösteriyor. Ama bu yaklaşımı anlamlandırmak çok zor değil. Öncelikle, ülkenin en büyük meselesi konusunda inisiyatifi ele almış bir hükümete karşı muhalefetin dozunu kaçırmak alışık olmadığımız bir durum değil. Bu sorunu çözdüğü takdirde Erdoğan'ın tarih nezdinde kazanacağı rolün değerini en iyi bir siyaset bilimci olarak Baykal biliyor...

Aylardır sürdürdüğü sertliğin sebebini de, sözlerinde işaret ettiği büyük tehlikelerde değil burada aramak lazım.

Kim Türkiye'yi değiştirme iradesini cesaretle ortaya koyuyor, Baykal'ın muhalefet kriteri bu sorunun cevabıdır. Böylesine benzersiz tarihi bir rol kendi eline geçseydi ve eğer o cesareti gösterebilseydi muhtemelen 1989 SHP Kürt Raporu'nu bile ikiye katlamaktan çekinmezdi.

Şimdi, Başbakan'la mektuplaşmasında ve özellikle de gönderdiği cevap mektubundaki hayır da o raporu eklemiş olmasıdır.

Sorun Kürt sorunu ama Türkçe okuyup yazmasını biliyoruz.

Baykal eğer 1989 raporunun arkasındaysa -ki, Başbakan'a gönderdiğine göre öyle olmalı- bu mesele çözülmüş demektir.

O rapor bugün hükümetin çözüm arayışlarında en azından henüz dile getiremediği birçok noktayı ortaya koyuyor. 1989 şartlarında çözüm için kapsamlı bir perspektif içeriyor. Aslında bugün daha da ileri açılımlar önermesi beklenebilir ama olsun bu kadarı da yeter.

İyimserliği elden bırakmayalım.

Bu süreçte o kadar gerginlik, çatışma ve maksadı aşan polemik yaşandı ki yenisini üretmenin gerginliğe bile faydası yoktur. Bir ülke bu kadar hayati bir meselesini istese de daha fazla gerilimli bir atmosfere taşıyamaz.

O halde madem CHP Başbakan'a gönderdiği mektubun yanına eski Kürt raporunu da ekledi demek ki ortada hala müzakere etmeye yetecek kadar çok söz var.

Mesela o rapor, "Anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır" diyor.

"Devlet, toplumdaki etnik farklılaşma ile mezhep farklılıkları ile ilgilenmez. Öyle bir farklılaşmada taraf tutmaz" diyor.

Bugün Baykal ve arkadaşlarının ne dediğine takılmadan bu sözleri konuşmak gerekir.

Dahası var...

"Köy koruculuğu tasfiye edilmelidir... Teröre doğrudan bulaşmamış olanlara genel af çıkmalıdır. Doğrudan doğruya teröre karışmamış eylemler veya düşünceleri nedenleri ile tutuklu ve hükümlü konumda olanlar için, kısmi genel af çıkarılarak ülkede hoşgörü ve iç barış ortamına geçişin zemini yaratılmalıdır."

Bu cümleler de o rapordan...

Madem açılım adım adım yapılacak; hükümet de taşın altına elini koymaya davet ettiği CHP'ye jest olarak bu önerileri hayata geçirerek işe başlasın. Nasıl olsa CHP'nin desteği garanti.

Böylelikle açılımı, hem Baykal'ın dediği gibi milli birliğimizi hem de siyasi birliğimizi koruyarak yapmış oluruz.

Kaynak: Star